Era Medya Tanıtım

27 Kasım 2010 Cumartesi

24 Kasım 2010 Çarşamba

Araştırma Yazıları

Ömer YalçınNovember 24, 2010


Konu: Hayattan Öğrenilecek 20 Önemli Ders

Andrew Galasetti imzasıyla internette yayınlanan bu yazı “Keşke bunları önceden bilseydim” diyeceğiniz konularda önerilerde bulunuyor.

Kimbilir kaç defa duymuşsunuzdur, insan en sağlam dersleri yaşarken alır. Hayat tecrübesi en sağlam öğretmendir.

Geçen yıl bir arkadaşım yazdığı makalesinde "Keşke bunları daha önceden bilseydim" başlığı altında uzunca bir liste yayınladı. Ben de düşündüm ki gerçekten de hayatta en çok işe yarayacak bilgileri kitaplardan veya internetteki bloglardan değil bizzat hayatın kendisinden alırsınız.

Elbette bir takım internet sitelerinden veya gazete köşelerinden bir takım bilgi kırıntıları da toplamak mümkün. Ama o kırıntıları kullanıp da yararlı işler yapmak tamamen bize kalıyor. Eğer önemli bir bilgiyi elde etmek için önce başarısızlığa uğramak lazımsa, ne yapalım öyle olsun.

Kendi tecrübelerimle öğrendiğim ve samimiyetle inandığım 20 şeyi aşağıda yazdım. Sizin listenizdeki 20 madde belki tamamen farklıdır veya belki sizin listenizde sadece 5 madde vardır, önemli değil. Asıl önemli olan şudur ki sizin bilgileriniz de sizin kendi hayatınızdan, kendi hatalarınızdan ve kendi başarısızlıklarınızdan geliyor. O bilgileri ihmal edecek olursanız, hayatın dikenli yollarında çekecek daha çok çileniz var demektir.

1. Fırsatları siz yaratmalı ve kovalamalısınız:Fırsatlar çok nadiren kendisini aramayan birilerinin kapısını çalar. Fırsatları siz yaratmalı ve kendiniz aramalısınız. İnisiyatifi ele alıp işleri sizin yürütmeniz ve kapıları sizin açtırmanız gerekecektir.

2. Olumsuz düşünce size sadece daha fazla olumsuzluk getirir:Olumsuz düşüncelere odaklandığınızda bütün görüp göreceğiniz nimet olumsuzluğun kendisi olacaktır. Hayatta olumlu şeyleri aramazsanız, olumlu şeyler başınıza gelse bile siz onun sadece olumsuz yanlarını görebiliyor olabilirsiniz.

3. Bulunduğunuz konum, sizin neler yapabileceğinizi belirlemez:Evsiz biri de olsanız, konaklarda da yaşasanız, zengin veya fakir de olsanız veya hatta üniversiteden tam notla mezun da olsanız veya sınıfta kalmış olsanız bile; bunların gelecekte bir etkisi yoktur. Bu görüş açısını destekleyecek çok fazla sayıda başarı öyküsü vardır. Eğer azminiz ve yeteniğiniz varsa ulaşamayacağınız nokta yoktur. Kendi sınırlarınızı ve ufkunuzu siz kendiniz tayin edersiniz.

4. Başkalarına yardımcı olamıyorsanız, kendinize de faydanız yoktur:Sadece başkaları için kapıyı tutmak veya buna benzer basit bir jest bile olsa sizin hayatınızda mucizeler yaratır. Hem kendinizi harika hissedecek hem de yaptığınız iyilik hayat yolunda bir şekilde size geri dönecektir, siz farketseniz de farketmeseniz de... Başkalarına yardım etmiyorsanız, onlar da size yardım etmeyeceklerdir ve aslında yardım etmeleri de gerekmiyor demektir.

5. Kişisel tutkunuzu takip edin, para da sizi takip edecektir:Tutkunuz varsa ve işinizi yaparken keyif alıyorsanız ben buna "iş" demem. O işte yeni bir şeyler yaratmak için odaklanın ve daha fazla tutkuyla davranırsanız eninde sonunda para size gelecektir. Eğer sadece paraya odaklanırsanız, para size gelmeyecektir çünkü siz sadece miktara odaklanmışsınız demektir, kaliteye değil.

6. Kendinizden keyif alın:Mümkün olduğunca hoşça vakit geçirin, herşeyi ciddiye almayın. Endişelerinizi kenara itin ve keyifli şeyleri yakınınıza çekin.

7. Eğer kolay olsaydı herkes yapardı:İşte bu yüzden "çabucak zengin olma" reçetelerinin hiçbiri işe yaramaz. Eğer bu kadar kolayu ve çabuk yoldan zengin olmam mümkün olsa o zaman herkes milyoner olurdu. Para kazanmak ve size verilen görevi başarmak sıkı çalışmayı gerektirir ama harcadığınız çabaların karşılığını en sonunda alırsınız.

8. Planlı olmak iyidir ama spontan olmak da iyidir:İş hayatında ve özel hayatta geleceği planlamak önemlidir ama bu planı çabucak değiştirebilecek durumda olmak da önemlidir. Bazen çeşitli insanlar ve olaylar planlarınızla sizin aranıza girecektir, işte o yüzden yeri gelince planlarınızı değiştirmeniz veya iptal etmeniz gerekecektir. Arada bir spontan olun, o zaman hayat çok daha ilginçleşecektir.

9. Pek çok yeteneğiniz var:Yetenekli bir atlet veya müzisyen olabilirsiniz ama belki de sizin bilmediğiniz on tane daha yeteneiğiniz olabilir. İnsanlar iyi yapabildikleri bir şey bulunca genellikle ona odaklanırlar ve daha başka hangi alanlarda yetenekleri olabileceğini düşünmezler.

10. Ödül almaksızın sıkı çalışmayın:Eğer hayat yolunda kendinize iyi davranmıyorsanız, rüyalarınız gerçekleştirmek için sıkı çalışmanın anlamı nedir? Büyük veya küçük başardığınız her zorluğun uygun bir ödlü olmalıdır, bir günlük tatil veya bir dilim kek gibi...

11. Para mutluluk getirmez:Dediğim gibi, peşinde koştuğunuz asıl amaç para olmamalı ama para kazandığınız zaman bir şeyleri başarmış olduğunuzu bilirsiniz. Bunu bilmek de güzel bir histir ve size mutluluk verir çünkü kendi istediklerinizi yapacak daha fazla zaman ve özgürlük kazandığınızı da bilirsiniz.

12. Başka birinin başına her zaman daha kötüsü gelmiştir:Bazen kötü bir gün geçirmişsinizdir ama kötümserliğe kapılmadan önce durun ve düşünün, her gün sizden daha kötü bir gün geçirmiş milyonlarca insan var şu dünyada.

13. Başkalarına ihtiyacınız var:Elinizden geldiğince dost kazanın, arkadaş edinin. Ve asla köprüleri yakmayın. Başarı için başka insanlara ihtiyacınız olacaktır.

14. Açık fikirli olmak, daha fazla bilgi edinmenin anahtarıdır:Dünya hakkında daha fazla şey öğrenmek için açık fikirli olmanız gerekir. Herşeye bir şans verin.

15. Başarısızlık çok iyidir:Başarıya giden en önemli adım değilse bile en önemli adımlardan biri başarısızlıktır. En azından bir kere başarısızlığa uğramanız şarttır ama bir kaç defa başarısızlığa uğrarsanız daha iyidir. Başka türlü öğrenmeniz mümkün olmayan bir sürü şeyi başarısızlıklarınızdan öğrenirsiniz. Ve bir gün nihayet başarıya ulaştığınızda bunun değerini daha iyi anlayacaksınız.

16. Pek çok insan gerçekten iyidir:Bu gerçeği çok yakınlarda farkettim. Pek çok insan iyidir ama bunu yabancılara pek göstermezler. Siz onları tanıdıkça ve onlar da sizi tanıdıkça muhtemelen ne kadar iyi insanlar olduklarını göreceksiniz.

17. Sözler ve düşünceler herşeyi kontrol eder:Söylediğiniz veya düşündüğünüz şeyler eninde sonunda gerçekleşir. Başarısız olacağınızı söylerseniz başarısız olursunuz çünkü bunun gerçekleşmesi için nasıl olsa bir yol bulacaksınız demektir. Başarılı olacağınızı söylerseniz de aynı şey olur, bunu gerçekleştirmek için nasıl olsa bir yol bulursunuz.

18. Bakış açınızı gerçekliğin ta kendisidir:Bir olayı veya durumu nasıl görüyorsanız, o da öyle var olur. Bir şeyi trajik veya olumsuz olarak görüyorsanız, onun sizin için anlamı odur. Eğer bir şeyi heyecan verici ve olumlu olarak görüyorsanız, o zaman onun sizin için anlamı da öyle olacaktır.

19. İlham ve motivasyon her yerdedir:Nerede olduğunuzun hiç önemi yok, orada mutlaka size ilham vercek veya sizi motive edecek bir şeyler vardır. Çok uzaktaki bir ülkede savaşa girmiş ve kendidinizi korkunç şartlar bulmuş olabilirsiniz ama gene de orada sizi hayatta tutacak ve daha iyi bir şeyler için çabalamanızı sağlayacak bir şeyler olacaktır. Size düşense o sebebi görüp tanımak ve asla kaybetmemektir.

20. Dünyayı değiştirebilirsiniz:Her bir insanın doğrudan veya dolaylı olarak dünyayı değiştirebilme gücü vardır. Kendi hayatınızı değiştirdiğinizde doğrudan veya dolaylı olarak dünyayı da değiştirmiş olursunuz. Kendi hayatınızı veya etrafınızdaki insanların hayatını değiştirdiğinizde dünyayı değiştirmişsiniz demektir. Yaptığınız küçük şeylerin dünyada büyük etkileri olabilir.

Araştırma Yazıları Grafik Tasarım İşletme Bilimi Reklamla İlgili

Marka, Amblem ve Logotype Hakkında (Hasip Pektaş)


Ticaretin başlamasıyla bir malın, bir ürünün diğerlerinden ayırdedilmesi gerekliliği de doğmuştur. Zamanla bazı ürünlerin taşıdıkları özellikleriyle rakiplerinden ayrılmaya, aranılır olmaya başlaması, bunların kolay ayırdedilmesi gerekliliğini, üzerlerine bazı işaretler koyma zorunluluğunu getirmiştir.

O dönemde okur yazar kitlenin fazla olmaması bu işaretlerin, yani markaların daha çok semboller şeklinde oluşmasına neden olmuştur.

Satıcı ile alıcının karşı karşıya gelmediği günümüzde ise; bir ürünün tüketiciye ulaşması için aracılara gereksinim olmuştur. Haberleşmenin, ulaşımın bu denli gelişmesi, bir pazarda aynı ürünün pek çok çeşidinin bulunması, buna bağlı olarak self-servis satış ünitelerinin artması, insanları satış öncesi karar vermeye zorlamamıştır. En önemlisi pek çok ürünün ambalajlı olarak satılması nedeniyle tüketicinin tatma, dokunma, deneme şansı kaybolmuştur. Eski deneyimlerine, alışkanlıklarına ya da reklamın etkisine bağlı olarak seçim yapmaya başlamıştır.

Bu nedenle ürünler arası ayırdedici işleviyle marka, markayı oluşturan simge, özgün yazı ve işaretlerin önemi her geçen gün daha da artmaktadır.

Marka, bir ürünün veya hizmetin diğer ürün ve hizmetlerden ayrılmasını sağlayan sözcük, ad, sembol ve işaretler manzumesidir. Tanımdan da anlaşıldığı üzere markayı ürün ve hizmet (şirket, mağaza, kuruluş vb.) markası olarak ikiye ayırabiliriz. Bununla beraber her ikisini de kapsayan markalar da vardır. Üretiliş biçimleriyle markaları; şirket isimleri (Ford, Tofaş, Oyak, vb.), kişisel isimler (Koç, Vakko, Elvan,vb.), anlamsız isimler (Pop, Fay, Omo,vb.), yabancı dildeki isimler (Chat Noir, Blendax, Ronson,vb.), herkesçe bilinen sözcükler (Karaca, Feza, Yumak, vb.), kısaltmalı ya da yan anlamlı isimler (Meysu.vb.) diye de sınıflandırabiliriz.

İyi Bir Markanın Özellikleri

a) Markanın söylenişi kolay olmalı. Başkalarıyla karışmamalı. Tanınmış reklam ajansı Cenajans'ın söylenişine çok benzeyen başka bir reklam ajansı Cenajans'ta olduğu gibi karışıklığa neden olmamalıdır.

b) Herhangi bir ürünün ya da kuruluşun adı, başka alanlarda kullanılmamalıdır. Karışıklıklara neden olabilir, örneğin, hepimizin bildiği "Koç Holding" yanında hiç ilgisi olmayan "Koç Otobüsleri" de vardır.

c) İnsan isimleri olmamalıdır. Aynı isimden pek çok kişi olabileceği ve ayrı yerlerde belki de aynı konudaki bir markalamada kullanılabileceği marka düşünülmelidir. Bunu önlemek de mümkün değildir. "Koç" örneğinde olduğu gibi.

d) Coğrafî isimler olmamalıdır. Aynı yörenin ismini kullanan pek çok firma ve ürün adı vardır. Bu durum, tüketici için de, firma için de olumsuzluktur. Örneğin; "Ankara" isminde gazoz, makarna fabrikası, reklam ajansı, sigorta şirketi, vb. markalar vardır.

e) Markalar, ürünün özelliğinden dogmasalıdır. Sarı,silindir gibi ürünün biçim ve rengini kullanmak yanlıştır. Aksine ürünle ilgisi olmayan, uydurulmuş bir ismin akılda kalma şansı daha fazladır. "Sana", "Omo" isimlerinde olduğu gibi.

Amblem ve Logotayp

Bir ürünün veya firmanın soyut bir sözcük olan siminin (markasının) somut hale gelmesi, diğerlerinden biçim olarak da ayırt edilmesi için ambleminin ya da logotaypının yapılması gerekir.

Latince kökenli olan amblem ve logotayp sözcüklerinin dilimizdeki karşılığı simge ve özgün yazıdır. Günümüzde her iki kavram ayrı ayrı anıldığı gibi tek bir sözcük olarak Logo diye de kullanılmaktadır. Amblem, çizgi ve resimle yapılan işaretlerdir. Logotayp ise yazıyla ya da çizgi, resim ve yazıyla yapılan işaretlerdir. Her ikisinde de amaç, adını taşıdığı ürün veya firmayı en özgün biçimde ayırt etmesidir. Amblemler ve logotayplar ilgili şirketin çalışma alanını, kişiliğini biçim ve renkleriyle ifade edebilmelidir.

Amblem Çeşitleri

Bazı biçimlerden hareketle amblemler oluşmaktadır. Bu biçimsel değişiklikleri, yorum farklılıklarını Grafik Tasarımcı Abdullah Taşçı, şöyle sıralamaktadır.

a) Formlarını Harflerden Alan Amblemler:

Tipografik amblemler, sadece bir harften oluşuyorsa, o harf alışılmışın dışında bir form olmak zorundadır. Kullanılan alfabelerdeki harflerden ayrılması ve akılda kalıcılığı bu özelliğe baçlıdır. Tasarımcı burada yeni bir harf formu arayacaktır. Birden fazla harften oluşan amblemlerde ise en önemli özellik, harflerin birbirleriyle strüktür, form ve espas kombinasyonu açısından dengeli kullanımları ve alışılmışın dışında olmalarıdır.

b) Firma Hakkında Bir imaj Veren Biçimlerden Oluşan Amblemler:

Bazı amblemler biçimleriyle firma hakkında bilgi taşırlar. Bu tür amblemlerde sembolik motiflerden yararlanılır. Dokuma mekiğinin tekstili, kitabın yayınevini, güvercinin barışı simgelemesi gibi... Ayrıca firma adı özel bir şekilden oluşmakta ise, bu tip amblemlerde sembole yönelik tasarımlar yapılmaktadır. Pelikan, Üç Balık, Aslanlı, Başak, Karaca gibi...

c) Harf ve Firma Hakkında İmaj Veren (harf ve resimsel biçimlerin bir arada kullanıldığı) Amblemler: Formlarını harflerden alan ve firma hakkında imaj veren biçimlerden oluşan amblemlerin kombinasyonlarıdır. Bu tür amblemler, firma hakkında bir imaj verirken firma adının baş harfi ile de diğer firmalardan ayrılmasını kolaylaştırır ve akılda

kalma yüzdesini artırır.

d) Firma Hakkında Yeni Bir İmaj Veren (Soyut veya Somut) Amblemler:

Harflerle yapılan amblemler, genelde bir karmaşa doğurmaktadır. Yapılan tasarımın özgünlüğü amblemin yaşama süresini etkiler. Günümüzde harflerle yapılan amblemlerin çokluğu, akılda kalıcılık oranım büyük ölçüde düşürmüştür. Bu nedenle yeni bir imaj veren amblemler aranmaktadır." (Abdullah Taşcı, "Marka ve Amblemler", Grafik Sanatı Dergisi, Sayı: 4, 1985)

Ayrıca bazı toplumsal ya da kentsel özelliği yansıtan amblemler de vardır. Bunlar, önemli bir toplumsal olayın anma yıldönümü veya bir yörenin, kentin özelliklerini yansıtan amblemlerdir. Daha çok öğeyi yan yana getirme zorunluluğundan doğan bir karışıklığa meydan vermemek gerekir. Öğeler arası ilişki uyumlu olmalıdır.

Logotayp Çeşitleri:

Logotayp, bir ürünün, firmanın ya da hizmetin isminin, harf ve resimsel öğeler kullanılarak sembolleştirilmesidir. Amblemden farklı olarak ayırt edici özellikler yanında firmanın ismini de yansıtır.

Marka, Amblem ve Logotayp

Harflerde yapılacak deformasyonları, harfleri birbirine yaklaştırmakla, yapıştırmakla ya da aşırı açmakla, harflerde renk ve biçim farklılıkları yaratmakla, harflerin uzantılarında aşağı-yukarı uzatmalarla, sözcükleri bölmekle, onları alt alta veya yan yana farklı renklerde yerleştirmekle yapmak mümkündür.

a) Bilinen bir harf karakterinde çeşitli değişiklikler (deformasyonlar) yaparak elde edilen logotayplar:

b) Yazıya, soyut ya da somut unsurlar ekleyerek elde edilen logotayplar:

Firma veya ürünün özüne uygun simgesel öğeler eklenebildiği gibi, yazının bütünlüğünü bozmayan çizgi ve lekelere de yer verilebilir.

c) Yeni bir yazı türü yaratarak elde edilen logotayplar:

Her yazı karakterinde harflerin ortak özellikleri vardır, örneğin italik olanlar belli açıda sağa yatık yazılır. Bu karakterde bir harf dik yazılsa bütünlük bozulur. Yeni bir yazı türü yaratırken de harfler arası uyuma dikkat etmek gerekir.Ayrıca yazılan sözcük okunabilmelidir. Özgünlük, anlaşılmazlık demek değildir.

İyi Bir Amblem ve Logotaypın Özellikleri:

a) İlgili kuruluşun ya da ürünün özelliklerini yansıtmalıdır. Bir parfüm logotaypı için inşaat sektörünün yapısına uygun bir yazı karakterinden yola çıkılmaz.

Her insanın bir kişiliği olduğu gibi, kuruluşların da bir kişiliği vardır. Amblem bunu yansıtmalıdır. Mesajını üstünde taşımalıdır.

b) Özgün olmalıdır. Amblem ve logotaypın yapılış amacı zaten ayırt edicilik sağlamaktır. Eğer başka örnekleri çağrıştırırsa veya bilinen bir amblem kopya

edilmişse hiçbir etkisi olmaz, aksine olumsuz bir imaj yaratır.

c) Renk ve biçim olarak bütünlük içinde olmalı. Değişik yerlerde (kâğıt üstünde, rölyef olarak, rozet için, vb.) kullanılabileceği unutulmamalıdır. Küçültüldüğü zaman ayrıntılarını kaybedecek özellikte olmamalıdır.

d) Logotayplar, okunabilir olmalıdır, özgünlük yaratmak kaygısıyla gereksiz çizgi ve resimler kullanılmamalıdır. Harf adetinin çok olması, okunurluğu bozmamalıdır.

* H. Pektaş'ın "Basın İlanlarında Grafik Tasarımın Yeri ve Önemi" konulu Y. Lisans Tezi içinden alınmış bir bölüm. Ankara, 1988.

Genel Haber ve Duyurular

ZİYA ERAL
BUGÜNLERE GELMEME YARDIM EDEN BENİ EĞİTEN BÜTÜN ÖĞRETMENLERİMİ SAYGIYLA ANIYORUM. BUGÜN HAYATTA OLMAYANLARA ALLAHTAN RAHMET DİLERİM. ŞENGÖNÜL ÖZIŞIK HOCAMA BUGÜN YAZI HAYATINDAKİ DESTEĞİNDEN DOLAYI TEŞEKKÜR EDERİM 

23 Kasım 2010 Salı

Araştıma Yazıları Grafik Tasarım Reklamla İlgili İşletme Yazıları

Renklerden Marka Yaratmak




Temel olarak doğal renkler siyah, beyaz ve griden başka beş renk var: kırmızı, turuncu, sarı, yeşil ve mavi. En iyisi ara yada karışık renklerdense bu beş temel renkten birini tercih etmektir. Ancak hangisini? Aklınızda tutmanız gereken, tüm renklerin gözün aynı yerinde yaratılmadığıdır.

Renk spektrumunun kırmızı ucunda yer alan renkler, retinanın hemen arkasında oluşur. Bu nedenle, baktığınızda kırmızı rengin üzerinize doğru geldiğini hissedersiniz.

Renk spektrumunun mavi ucundaki renkler, retinanın hemen önünde odaklanır. Mavi renk sizden uzaklaşıyormuş izlenimi yaratır.

Bu fiziki nedenlerle, kırmızı enerji ve heyecanın rengidir. Kırmızı yüzünüzün rengidir. Niçin ülke bayraklarının yüzde 45'inde hakim renk kırmızıdır ? (Mavi ikinci belirgin renktir. Bayrakların yüzde 20’ye yakınında hakim renktir.)

Mavi kırmızının zıddıdır. Mavi;huzur veren, sakinleştirici bir renktir. Mavi dinlendirici bir renktir.



Markalar dünyasında, kırmızı satış rengidir ve dikkat çekmek için kullanılır. Mavi kurum rengidir, istikrar mesajını aktarmak için kullanılır. Örneğin; Coca-Cola kırmızı, IBM mavidir.

Diğer temel renkler bu ikisinin arasında yer alır. Turuncu, maviden çok kırmızıya yakındır. Yeşilse, kırmızıdan çok maviye.

Sarı nötr bir renktir. Ancak, gözünüzün seçebildiği dalga boyunun ortasında yer aldığı için aynı zamanda en parlak renktir. (Bu parlaklığından, dikkat çekmek için yararlanılır, sarı ışıklar, sarı çizgiler, sarı işaretler örneklerinde olduğu gibi...)



Yıllar boyunca bazı renkler farklı özellikler, durumlar ve hareketlerle özdeş hale gelmiştir.

•Beyaz, gelinlik rengi olmasından da görüleceği gibi, saflığın rengidir.

•Siyah, Johnnie Walker Black Label’da olduğu gibi, lüksün rengidir.

•Mavi, bir at yarışında kazanan ata takılan mavi şeritte olduğu gibi, liderliğin rengidir.

•Mor, asaletin, imparatorluğun rengidir.

•Yeşil, çevrenin ve sağlığın rengidir, Greenpeace, Healthy Choice ve SnackWell’s’te olduğu gibi.

Bir marka yada bir logo için renk seçerken yöneticiler genellikle oluşturmak istedikleri ruh halini gözetirler, yaratmak istedikleri farklı kimliği değil. Her ne kadar duygu durumu yada ton önemliyse de diğer faktörler yalnızca duygu durumuna göre yapılmış bir tercihin üstüne çıkacaktır.

Liderler ilk tercih hakkını kullanır. Normal olarak seçilecek en iyi renk, kategoriyi en çok temsil eden renk olmalıdır. John Deere lider traktör markasıdır. John Deere’nin marka rengi olarak, çimenin, ağaçların ve tarımın rengi olan yeşili seçmiş olması sizi şaşırtır mı?

Brezilya da bir traktör şirketi için bir marka ismi ve rengi yaratmak için görevlendirilmiştik. Maxion ismini seçtik çünkü bir traktör için önemli bir unsur olan ?güç? mesajını aktarıyor gibi görünüyordu. Ancak bu yeni traktör markası hangi rengi kullanacaktı?

John Deere yeşili kullanmıştı. Pazardaki ikinci markanın tercihi kırmızı idi. Bize kalan renk belliydi bir bakıma. Maxion mavi bir traktör ve mavi bir marka oldu.

Mavi, bir traktör için iyi bir renk midir? Hayır, ama farklı bir marka kimliği yaratmak, doğru sembolik özelliğe sahip rengi kullanmaktan daha önemlidir.

Hertz, ilk araba kiralama markası, sarı rengi seçti. İkinci marka Avis bu nedenle kırmızıyı tercih etti. National yeşille devam etti. (Yıllar içinde National araba kiralayan müşterilerine yeşil pulları vermeye başladı, böylelikle, National ismiyle yeşil rengin bağdaştırılmasına yardımcı oldu.)

Ana rakibinizin tam zıddı bir rengi seçme kararının ardında güçlü bir mantık yatıyor. Bu renk kuralını unutursanız risk almış olursunuz.

Kola, kırmızımsı-kahverengi bir içecektir ve kola için mantıklı renk kırmızıdır. Bu nedenle Coca-Cola yüzyıldan fazla bir süredir kırmızıyı kullanıyor.

Pepsi Cola daha zayıf bir tercih yaptı. Kırmızı ve maviyi marka renkleri olarak seçti. Kırmızı kolayı sembolize ediyordu, mavi ise markayı Coca-Cola’dan ayırt etmeyi amaçlıyordu. Yıllarca Pepsi, Coca-Cola’nın renk stratejisine karşı ideale yakın bir düzeyde mücadele etti.

Dürüst olalım. Dünya Coca-Cola’nın işaretleriyle yıkanmış gibi geliyor değil mi ? Pepsi Cola’nın işaretlerini farkedebilmek zor değil mi ? Farklılaştırıcı bir renginin bulunmaması nedeniyle, Pepsi, Coca-Cola’nın kırmızısı altında neredeyse görülmüyor.

Bir süre önce Pepsi Cola ışığı daha doğrusu renkleri görmeye başladı. Elli yıl önce yapması gereken şeyi yapıyor artık. Ana rakibinin renginin tersini, markasının rengi yapıyor.

Pepsi mavi renge bürünüyor. Bir Concorde uçağını maviye boyayarak, dünyaya mavi renk mesajını verecek kadar da ileri gidiyor.

Kodak sarıdır, bu nedenle Fuji de yeşil!

Her ne kadar logosu ağırlıklı olarak kırmızı ise de sarı, McDonald’sı en çok ifade eden renktir. Peki Burger King ne renktir ?

Burger King liderin rengiyle kontrast halinde bir renk almaktansa, hamburgeri simgeleyen bir renk seçme hatasını yaptı. Hamburger ekmeğinin sarısıyla, etin turuncu-kırmızı rengini birleştirdi. Temiz bir logo ama kötü bir renk seçimi.

Budweiser kırmızıdır, öyleyse Miller ne renk olmalı ?

Aşırı marka genişlemesinin yanı sıra Miller’ın karşı karşıya kaldığı sorunlardan biri de, markasının renk kimliğini tahrip etmesidir. Yeni markalarını birbirlerinden ayırmak için bir renk kombinasyonları yelpazesi kullanmaktadır. Bu süreçte Miller, ana rakibi Budweiser’dan farklılaşma fırsatını kaçırmaktadır.

Tiffany’nin karıştırılamayacak renkteki kutularını düşünün. Bu karmakarışık dünyada, tek bir rengi standartlaştırıp, yıllarca kararlı bir şekilde kullanarak, güçlü bir görsel imaj yaratabilirsiniz. Her Christmas zamanı, M and M’den Macy’s’e kadar her marka ve mağaza tatili kutlamak için yeşil ve kırmızı renkleri kullanır. Ancak Tiffany & Co, mavi de ısrar eder ve neticede Noel ağacı altında çok daha fazla dikkat çeker.

Kadınlar, içindekinin kesinlikle harika bir şey olduğu inancıyla, Tiffany’nin mavi çantalarını görür görmez kocalarına sarılırlar.

Muhtemelen Tiffany çantalarından daha çok sayıda Miller kutusu görmüşsünüzdür ancak bahse varız ki, Tiffany çantalarının rengini bilirsiniz de, Miller’in rengi konusunda pek emin değilsinizdir.

Her ne kadar tek renk bir marka için neredeyse her zaman en iyi renk stratejisiyse de, bazen birden fazla renk kullanmanız gerekebilir. İlk overnight paket teslim şirketi Federal Express, paketlerinin göz alıcı olmasını istedi. Bu nedenle, bulabildiği en etkili iki rengi, turuncu ve moru birleştirdi.

Bir FedEx paketi geldiğinde herkes bir FedEx paketinin geldiğini görebilir. Tamamen mavi bir denizde, turuncu-mor bir kanat gibidir.

Renk istikrarı, uzun vadede bir markanın zihinde elde etmek istediği yere ulaşmasını sağlayabilir. Bunu görmek için, sarının Caterpillar’a, kahverenginin United Parcel Sevices’e, kırmızının Coca-Cola’ya ve mavinin IBM’e ne sağladığına bakın.

Büyük Mavi'nin IBM için yaptığını, büyük bir renk sizin markanız için de yapabilir.



Al & Laura Ries

Marka Yaratmanın 22 Kuralı

Grafik Tasarım Araştırma Yazıları İşleetme Bilimi

Tasarımcının Görevleri


• Tasarlanacak işin, kağıdın yüzeyine ait, orada kalan bir iş değil, kurulması gereken bir mekan, inşa edilecek bir yapı olduğunu bilmek,

• Metnin görüntü, görüntünün metin olduğunu farketmek,

• Güzel-çirkin değerlendirmelerine karşı çıkmak,

• Fikrin anahtar unsur olduğunu, iyi fikrin iyi biçimi getirebileceğini bilmek,

• İyi bir fikir yoksa, çözümü dekorasyonda, süste arama kolaylığına kaçmamak,

• Sunuşu düşünceye tercih etmemek, sunuşu düşüncenin sunulması için kullanmak,

• Görünürde kolay, görünürde basit olanın içinde ne kadar çok düşünce yattığını bilmek,

• Yeteneğin, düşüncenin önünden düşüncenin arkasına geçtiğini bilmek,

• İzleyiciyi dışarıdan içeri, izleyenden katılana çeken bir tasarım anlayışını tercih etmek,

• Kandırma, baştan çıkarma yolu yerine, bilgilendirme, ikna etme yolunu tasarım anlayışı olarak kabul etmek,

• İyi tasarımın, iyi sattıran ya da kendini iyi satan tasarım olmadığını bilmek,

• Her şeyin çok fazla tasarlandığı, tasarımın içeriğin kendisi haline geldiği günümüz moda çözümlerinde, içeriği aşırı tasarım elemanlarından arındırmak, içeriği öne çekmek,

• Tasarım çözümünü, tasarım probleminin kendisinde aramak,

• Tasarımı, yapılacak "iş"in içinde bulmak,

• Malzemeyi bir tasarım unsuru olarak kullanmak,

• Sürekliliğin tasarım olduğunu farketmek,

• Günün geçerli tarzlarına, üsluplarına bağlı olmayan, tarzlara mahkum olmayan bir tasarım anlayışını yerleştirmek,

• Giderek tarzı ve dekorasyonu reddererek, görünen süsün arkasındaki gerçek tasarımı öne çıkarmak,

• Tasarlanmış bir ürüne bakıldığında, ilk görünenin tarz olmamasını sağlamak,

• Tarzın seçilemeyeceğini, tarzın ancak oluşabileceğini bilmek,


• Tarzın önceden seçildiği tasarım anlayışına karşı çıkmak

,• Tasarımı yazı karakteri ve tipografik üslup gibi yüzeysel etkilerden arındırmak,

• Tasarım sorunlarının yazı karakteri seçimiyle çözülemeyeceğine inanmak,

• Dikkatin, tasarlanan "iş"in bütününden, yazı karakterine kaymasını önlemek,

• Tarif eden, açıklayan, resimleyerek açıklayan, "açık eden" bir tasarım anlayışından uzak durmak,

• Kendini, her şeyi, hemen anında anlatmayan, göstermeyen. bakıldığı anda bitmeyen, giderek keşfedilen bir tasarım anlayışını geliştirmek,

• Yeni formlar, yeni görüntü biçimleri önermek yerine, yeni anlama biçimleri, yeni algılama biçimleri önermek.

ALINTI



Araştırma Yazıları Grafik Tasarımla İlgili İşletme Bilimi

Reprodüksiyon Terimleri Sözlüğü

Abdek: Örtücü özelliği olan bir boyadır. Filmde istenmeyen yerlerin kapatılmasında kullanılır.

Agrandizör: Kameralara oranla daha çok büyütme imkanına sahiptirler. Esas olarak amatör fotoğraf makinalarında çekilen negatiflerden fotoğraf baskısı yapmakta kullanılır. Matbaalarda agrandizör şeffaf negatif veya dia pozitiflerden çekim yapmak için kullanılır.

Ajitasyon: Filmin duyarlı yüzeye sürekli olarak bozulmamış banyonun temasını sağlamak amacıyla film tankının belirli aralıklarla sallanması işlemi.

Aktivitoller: Banyo içindeki kimyasal aktiviteyi hızlandıran maddeler.

Asetat: Emülsiyon taşıyıcı film taban.

Asetik Asit: Sirke asidi de denir. Keskin kokulu renksiz bir sıvıdır. Filmlerin temizlenmesinde kullanılır.

Bilgisayarlarda Veri Transferi: Bilgisayardaki verileri ara elemanlar (zip,disket,SCSI vb.) yardımıyla başka bilgisayarlara taşıma yöntemidir. Disketlerin en önemli özellikleri taşınabilir olmalarıdır; bilgileri bir diskete kopyaladıktan sonra istediğiniz yere götürebilirsiniz. Ancak diskete fazla bilgi konamaz, başka bir deyişle kapasiteleri sınırlıdır. Ayrıca disketteki bilgilere ulaşım da pek hızlı değildir. Yine de taşınabilir ve ucuz olmaları kolaylık sağlar. DD, (Double Density) çift yoğunluklu, HD (High Density) yüksek yoğunluklu, ED (Extended-density) geliştirilmiş yoğunluklu anlamına gelir./ Sabit diskler(hard disk), tek parçadır. Bilginin saklandığı disk şeklindeki magnetik yüzey, elektro mekanik kısma sıkıca yerleştirilmiştir; çıkarılıp takılamaz. Disklerin sığası, disketlere göre çok fazladır; giga byte. / CD ve sürücüleri, diğer bir yardımcı bellek birimidirler. Üzerine yazma yapılamayan ve ROM gibi davranan CD’ler kısaca CD-ROM olarak anılır. Kapasiteleri, 600 Mbyte’dan az değildir. Bir kez yazma yapabilen ve sonra yanlızca okunabilen CD’ler WORM (Write Only Read Multiply) olarak adlandırılır. Bilgi kaydetmek için kullanılan boş CD’lere CD-R (CD Recordable) denir. Bazı CD’ler hem okunabilir hem de yazılabilir türdendir. Bu tür CD’lere CD-RW (CD-Read Writable) Okunabilir-Yazılabilir CD)denir. Bilgisayar ağları, bilgisayar haberleşmesinin bir alt konusudur. İki bilgisayar herhangi bir yolla doğrudan birbirine bağlanarak iletişimde bulunabilir. Günümüzde ajans ve matbaalardan film çıkış merkezlerine (servis bürolara) bilgisayar ağları yoluyla işlerin transef yolları aranmaktadır. Şimdilik ağların kapasiteleri yüksek çözünürlüklü dokümanları aktarmaya yetmemekle birlikte önümüzdeki yıllarda bu uygulama aktif olarak basım sektöründe görülücektir. / Digital fotoğraf makineleri, görüntüleri fotoğraf filmi yerine hafızasına kaydeder. Üzerindeki LCD ekran sayesinde çekildiği anda fotoğrafı görebilme imkanı sunar ve böylece hata ihtimalini en aza indirir. Bu görüntüleri istediğiniz zaman silebilir ve istediğiniz sürece koruyabilirsiniz. Çektiğiniz fotoğrafları ek bir donanım gerektirmeden, kendi bağlantı kablosu ve programı aracılığıyla bir bilgisayara aktarabilirsiniz. Film çıkış öncesinde tasarımı yapılmış basılacak materyallere resimleri bu ortamlardan transfer edebilirsiniz. / DVD Teknolojisi ( Digital Versatile Disk ), CD-ROM’ların yerini alması planlanan yeni bir optik disk teknolojisi olup 17 gigabyte’lık video, ses ve diğer tipte veri saklama alanına sahiptir. Bu da 133 dakikalık bir filmin tek bir diskte tutulabilmesi anlamına geliyor. DVD’lerden de baskı öncesi MÜY ortamına resim transferi mümkün. / SCSI (Small Computer System İnterface), küçük bilgisayar sistem arabirimi. "Skazi" diye okunur. Çevre birimlerini bilgisayara bağlamak için kullanılan bir paralel arabirim standardı olup, ajans ve matbaalardan servis bürolara yüksek kapasiteli verilerin trasferinin gerçekleştirilmesinde kullanılan bir aygıt. Diğer bir ifadeyle taşınabilir sabit disk. / ZIP, PC’lerde yaygın olarak kullanılan bir veri sıkıştırma biçimi. PSZIP ve PKUNZIP isimli iki yardımcı program, verileri sıkıştırmak ve tekrar açmak için kullanılır. PSZIP kullanılarak sıkıştırılan dosyalar, uzantısı ZIP olan tek bir dosya altında toplanır. Sıkıştırılmış dosya istenirse kendi kendine açılacak bir biçimde oluşturulabilir. Böyle bir durumda sıkıştırılmış dosyaları otomatik olarak açar. Windows altında çalışan Winzip yazılımı da aynı şekilde dosyaları sıkıştırmak ve açmakta kullanılır. Ayrıca disket şeklinde olan ZIP’ler de normal disketlerin yetmiş katı kapasiteye sahiptirler. Veri transferinde yüksek kapasiteli işlerde ZIP’ler tercih edilir. / FULL MOTİON CAPTURE Yazılımı , TV-Vide vb. ortamlardan, MÜY ortamına veri transferini sağlar. TV kartının Soft ware’inde bulunan bir yazılımdır. Yakalama anlamına gelir. TV açıkken görüntü üzerinde mausun sağ tuşuna tıklanır. Bilgisayarda TV ekranı üzerine gelen seçenek kutusundan FULL MATİON CAPTURE seçeneği işaretlenir.

CAPTURE MENÜSÜ:

Capture video: Tüm ayarlar yukarıdaki menüler vasıtasıyla yapıldıktan sonra görüntüyü bilgisayarın harddiskine veya istenilen ortama aktarmak için kullanılır.

Blusensitif fimler: Işığın mavi rengine hassas olan filmlerdir. Mavi ve tonlarına karşı duyarlıdır. Ara kopyalarda ve siyah-beyaz işlerde kullanılır. Naturel bir emülsiyona sahip oldukları için simgesi "N" ile gösterilir. Karanlık odadaki emniyet ışığı turuncudur.

Capstan Sistem: Tarayıcılarda pozlandırıcı kafanın sabit olduğu sistem.

Copix: Renk ayrımı yapılmış bir filmi tekrak tarayıp CPT (Computer the Plate = Bilgisayardan kalıba sistemi) ortamına atma imkanı veren bir sistemdir.

Cromalin ve Gevaproof: Renk prova sistemleridir.

Densitometre: Orjinal, film ve baskı malzemelerinde koyuluğun derecesini bize sayısal değerlerle veren cihazlardır. İki türlüdür; Bunlar, Transmision densitometreler (Işık geçirgenliği olan malzemelerin ölçümlerinde) ve Reflexıon densitometreler (Işığı geçirmeyen opak malzemelerin ölçümlerinde) dir.

Developman: Işığa karşı hassas malzemeye poz verdikten sonra kullanılan kimyevi banyo işlemidir.

Dijital Orjinaller: Bilgisayar ekranındaki tüm dosyalardır. Örneğin, tarandıktan sonra tiff, eps, jpeg v.b. Dosyalar, Cd resimleri, piksel veya vektörel esaslı görüntüler v.b.

Elektronik Renk Ayrım Makinası (Tarayıcı-scanner): Reprodüksiyon atölyelerinde özellikle renk ayrımı yapmak için kullanılan scanner denilen tamamen elektronik olarak çalışan cihazlardır. Tarayıcılar temel olarak fotoğraf, çizim ve saydamların sayısallaştırılmasında kullanılır.İki tür görüntü tarama yöntemi vardır. Siyah ve beyazla birlikte grinin birçok türünü içeren sürekli tonda görüntüler ve yalnız siyah-beyazdan oluşan çizgisel görüntüler şeklindedir. Tarayıcılar donanım olarak hem MAC hemde PC makinalarla çalışabilir.

Drum (Silindir Yüzeyli-Tamburlu) Tarayıcılar: Bu tarayıcılarda orjinal hareketli okuyucu göz sabittir. Orjinal silindire sabitleştirilir ve silindir 600-1600 devir arasında dönmeye başlar. Bu tip orjinallerle dia, fazla kalınlığı olmayan opak ve transparan orjinaller kaliteli bir şekilde taranır.Tamburlu tarayıcılar ışığı algılamak için bir CCD yerine genellikle PMT olarak adlandırılan bir foto çoğaltıcı tüp kullanılır. PMT teknolojisinde taranan görüntü bir tambur etrafında dönerken sabit bir kaynak ışığı, foto çoğaltıcı tüpler kullanarak aktarır. Dönen tamburun gelişmiş foto algılayıcıları ve ileri seviye optik donanımı, tamburlu tarayıcıyı parlak ve koyu bölgelere karşı çoğu CCD tarayıcıdan çok daha duyarlı kılar.

Servis büroya gelen orjinal dia ise küçük silindire, opak ise büyük silindire takılıp orjinalin ebatı ve istenilen ölçüsü makinaya tanıtılır. Orjinalin renk ve ton durumu göz önünde bulundurularak en açık yerinden beyaz ve en koyu yerinden de siyah makinaya bildirilir. Makina böylelikle aratonları ve renkleri kendisi otomatik olarak ayarlar. Şayet operatör tatmin olmamış ise kendi renk bilgisi dahilinde renklere müdahele edip orjinalin en iyi şekilde süzümünün gerçekleşmesini sağlar.

Flatbed (Düz Yüzeyli) Tarayıcılar: Orjinal hareketsiz, okuyucu göz hareketli ve orjinalin yerleştiği yer düz bir satıh olan yatay scannerlerdır. Bu tarayıcılar belirli bir kalınlığa kadar orjinalleri yüksek çözünürlükte tarayabilirler.Transparan orjinalleri tarama özellikleri de mevcuttur.

Flatbed bir tarayıcı bir çok bakımdan bir fotokopi makinasına benzer. Çizim veya fotograf tarayıcının kapağı altına yerleştirilir ve sayısal üretim süreci başlar. Flatbed tarayıcılarda CCD teknolojisi kullanılır. CCD, tarayıcının kafasında yer alan ve taranan nesneye binlerce ışın gönderen bir cihaz olan charged coupled device’in kısaltmasıdır. Kafa üzerindeki foto elektrik hücreler, ışığın CCD’ye geri yansıyan kırmızı, yeşil ve mavi (RGB) bileşenlerini algılar. Yansıtılan bu bilgiler görüntünün parlaklık ve koyuluğuna bağlı olarak algılanır ve bilgisayara kayıt edilebilecek biçimde sayısallaştırılır. Fladbed tarayıcılar daha çok herhangi bir opak (siyah-beyaz veya renkli) orjinalin bilgisayar ortamına aktarıp düzeltme işleminde kullandığımız çözünürlük seviyesi, tamburlu ve saydam tarayıcılara göre düşük olan masa üstü scannerleridir.

Emniyet Işığı: Karanlık odada kullanılan film ve kartları etkilemeyen kırmızı, koyu yeşil ve turuncu çalışma ışığıdır.

Emülsiyonlu Yüz: Film veya baskı kalıbının ışığa karşı hassaslaştırılmış yüzeyi.

Filtre: Kameralarla yapılan renk ayrımında kullanılan yeşil, kırmızı ve mavi renkteki özel camlardır.



Fixer (Hipo Banyo): Poz dışı kalan alanlardaki emülsiyonun atılmasını sağlayan banyo sistemi.

Flaş: Filmin çekiminde, kontak şasesinde ve fotoğrafçılıkta kullanılan, bir anda çok kuvvetli ışık verip sönen bir nevi lamba.

FM (Diamond Screen) Tram: Bu tram türünde filmde nokta değerleri klasik tramlardan farklıdır. Sistemi püskürtülmüş noktalardan oluşur. Mürekkep püskürtme sistemi gibi çalışır. Türkiyede teknolojik alt yapısının olmamasından ötürü kullanımı yoktur. Çok kaliteli bir tram türüdür.

Gradasyon: Filmin sertlik ve yumuşaklık bakımından erişebileceği maksimum siyahlanma derecesidir.
Gamma: Gradasyon ölçü birimidir.

Gri Kontak Tram: Yanlız siyah-beyaz, hemde renkli orjinallerden veya yarıton negatiflerden pozitif tramlama yapabilir.

Harmoni Screen: Standart tram açısı, tram değeri gibi unsurların yer aldığı bilinen standart tramlama.


Hesap Diski: Ebat ve yüzde oranlarının pratik olarak hesaplanmasında kullanılan araç.

ICC (İnternational Color Control): Dünya renk standartlarına uygunluk.

Kağıt Filmler: Taşıyıcıları selüloz cinsi maddelerden yapılan filmlerdir. Siyah-beyaz kaba işlerde kullanılırlar.

Kalibrasyon: Filmdeki nokta değerlerinin bilgisayar ekranındaki nokta değerleriyle aynı olmasıdır. Kalibrasyon filmin ışığa duyarlılık derecesine, pozlama süresine, filmin banyo makinasından geçiş hızına, banyo eczalarının hazırlanışına ve banyonun ısısına göre değişiklik gösterir. Kaliprasyon ayarları "RIP" yazılımı üzerinde yapılır.

Reprodüksiyon Kameraları: Eni boyu olan fakat derinliği olmayan orjinallerden film veya resim çeken cihazlardır. Fotoğraf makinalarında çekilen resimler, reprodüksiyon kameralar izin orjinal olarak kullanılır. En dikkat çeken farkları repro kameralarının daha büyük olmalarıdır. Repro kameralarını diğer bir farkı çift boyutlu derinliği olmayan orjinallerden resim çekmeleridir. Repro kameraları ile derinlik netliği sağlanamadığı için bir portre veya bir nesne fotoğrafı çekilemez.

Kontrast: Bir görüntünün en aydınlık ve en karanlık noktaları arasındaki ton farklılığı.

LCH Sistem: Bir yandan tarama yaparken, diğer yandan taranmış görüntüler üzerinde düzenleme yapabilme imkanı veren bir program türüdür.

Line Film: Tire ve kontak çalışmalarda kullanılan sert film.

Litho Film: Gri tonları olmayan tire (lith) film, grafik film ve çok sert tramlama filmi olarak bilinir.

Lup: Film incelemeye ve baskıda ayar yapmaya yarayan büyüteç.

Magenta Kontak Tram: Yalnız siyah-beyaz orjinallerden veya yarıton negatiflerden pozitif tramlama yapabilir.

Muare: Aynı açıyla basılmış 2 tramın oluşturduğu desenleme. Baskıda istenmeyen bir durumdur.

Negatif Film: Orjinalin tersi olan film, yani orjinaldeki siyah yerler negatifte şeffaftır. Orjinaldeki beyaz yerler ise filmde siyahtır, ışık geçirmez.

Opak Orjinaller: Işığı geçirmeyen orjinallerdir. Örneğin daha önce basılmış orijinaller, fotoğraflar, kağıt üzerine çizilmiş resimler.

Ortokromatik Filmler: Gri tonları olmayan tire filmdir. Simgesi "O" dur. Kırmızı ışığa karşı duyarsızdır. Karanlık oda ışığı kırmızıdır. Tire ve tramlı işlerde kullanılır.

Otomatik Banyo Makinesi: Pozlandırılmış fotografik film ya da kağıtları kuru olarak alırlar, sıra ile banyo, tespit banyosu, ve su tanklarından geçirirler ve kurutarak dışarı çıkarırlar. Bu makinalar tire(lith), yarıton, kontak fotodizgi filmleri için ayrı ayrı özelliklere sahiptir. Günümüz reprodüksiyonunda otomatik banyo makineleri yaygın olarak kullanılmaktadır. Banyo işlemlerinde hep aynı kalitede sonuç vermesi, hızlı ve ekonomik olması temel özellikleridir.

Modern bir repro banyo makinesinde aranan nitelikler:

- Banyo süresinin tam ve doğru olarak ayarlanması,

- Banyo sıcaklığının sabit tutulması,

- Banyo hareketinin (ajitasyon) uygunluğu,

- Banyo kuvvetinin (tazeliğinin) uzun süre sağlanması şeklindedir.

Pankromatik filmler: Işığın her rengine hassastırlar. Gri tonları olan yarıton filmlerdir. Simgesi "P" dir. Karanlık oda ışığı koyu yeşildir. Ama hiç kullanılmaması daha uygundur.

Postscript: Adobe Firması’nın geliştirmiş olduğu bir yazılım türüdür.

Pozitif film: Orjinaldeki açık yerleri açık, koyu yerleri koyu veren filmdir.

Pozlandırma: Film, kart veya kalıpların üzerine görüntü aktarılması için belirli bir süre ışıklandırılması.

Film Pozlandırıcılar: Bilgisayar ortamından film çıkış makinesine pozlandırma yapan sistemler. Günümüzde bir film pozlandırıcıdan beklenen kalite, randıman, uygun ebattır. Film pozlandırıcıların flatbed, iç tambur ve dış tambur sistemleri ile çalışan çeşitleri vardır. Piyasada en fazla kullanılanı iç tambur sistemidir. Bu sistemde, tamburun içinde sabit fotografik malzeme üzerine pozlandırma prensibiyle, en yüksek pozisyonlama ve tekrarlama hassasiyeti sağlanmakta, böylece keskin ve her zaman aynı yoğunlukta tram noktaları elde edilmektedir. Söz konusu pozlardırma prensibi basit olduğu kadar son derece etkilidir. Lazer tarafından gönderilen ışını saptırmak için sadece döner bir ayna kullanılmaktadır. Bu ayna lazer ışını her yerde aynı mesafede ve aynı açıda tambur üzerinne monte edilmiş foto malzemeye dikey yönlendirmektedir. Pozlandırma sırasında ölçü hassasiyetini bozabilecek ne malzeme hareketi ne de lazer ışının modülasyonu gerçekleşmektedir.

Reprodüksiyon: Baskı yoluyla çoğaltılması istenen orjinallerden kalıp hazırlamaya uyumlu filmlerin hazırlanması işlemidir.

Rapid-Access: Özellikle tire repro işlemlerinde hızla çalışan film ve banyo sistemlerine verilen ad.

Regenratör: Filmin oksitlenmesini ve yıpranmasını önlemek amacıyla banyoya katılan banyo tazeleyici maddedir.

Retüş: Gerekli film düzeltmeleri. Filmde istenmeyen yerlerin abdek ile kapatılması işlemi.

RIP (Raster Image Prosesing): Film banyo makinası ile film pozlama makinasının masaüstü yayıncılık cihazlarını tanımasını sağlayan bir yazılım türüdür. Film makinalarının tram noktalarını oluşturabilmesi için ajanslardan gelen postscript dökümanları gerekli olan "Bitmap (noktasal görünüm)" moduna çevirir.

Saydam Tarayıcılar: Saydamların daha geniş bir dinamik aralıkları vardır; bu yüzden taramadan elde edilen görüntü opak bir nesneden daha iyi olur ve büyütülmeye daha fazla olanak sağlar. Çoğu saydam tarayıcısında CCD sabittir ve ışık foto algılalıyıcıları bir dizi ayna ve mercek kombinasyonu aracılığı ile yönlendirilir. Saydam tarayıcıların optik sistemi genellikle flatbed tarayıcılardan daha iyi olur.

Scanner Film: Elektronik renk ayrım makinalarında kullanılan yüksek hassasiyette film türü.

Servis Büro: Matbaalarda basılacak orjinalin kalıbının pozlandırılması için gerekli olan renk ayrım filmini oluşturan hizmet sektörüne verilen ad. Ayrıca grafik tasarım için gerekli olan resimlerin kaliteli orjinal taramaları da servis bürolarda tarayıcılar tarafından yapılır.

Termometre: Özellikle banyo işlemlerinde sıcaklıkların belirlenmesinde kullanılan bir cihazdır.

Tire (Lith): Siyah ve beyaz gibi iki tondan oluşma, yani ar tonlarının bulunmaması durumudur.

Tram Çizgi Sayısı: 1cm’lik çizgi üzerindeki tram noktalarının sayısıdır.

Tram: 1 cm çizgi üzerindeki nokta sayısıdır. Orjinaldeki koyuluk farklarını, koyulukların oranına göre, büyüklü küçüklü nokta zeminlerine böler. Zemin veya ara tonlarının noktalara dönüştürülmesi için yararlanılan cam veya filmden yapılmış bir reprodüksiyon aracıdır. Diğer adı da kontak tramdır. Renk olarak Gri Kontak Tram ve Magenta Kontak Tram. olmak üzere iki çeşittir.

Transparan Orjinaller: Işığı geçiren orjinallerdir. Örneğin, diapozitifler, negatif fotoğraf filmleri, transparan malzeme üzerine çizilmiş resimler...

Yarıton Orjinal: Siyah ve koyu bir renkten beyaza kadar çok çeşitli renk ve gri tonların yer aldığı orjinalere yarıton orjinal denir.

Yedirme: Kimyevi maddelerin yardımı ile reprodüksiyon filmindeki tram noktalarının küçültülmesi





İşletme Bilim ve Grafik Tasarım Bilgileri Araştırma Yazıları

Basım ve Yayın Sektöründe Yer Alan İşletme Türleri ve Anlamları


Matbaa: Diğer adı basımevi olan matbaalar, çeşitli baskı tekniklerini kullanarak gazete, kitap, dergi, broşür, ambalaj gibi her türlü basılı materyalini üretmek ve çoğaltmak görevini üstlenmiş kuruluşlardır. Matbaalar hizmet götürdükleri sektörlerin talepleri doğrultusunda, başta kağıt-karton sanayiinin ürünleri olmak üzere, plastik, teneke, kumaş gibi ürünler üzerine baskı yaparlar.

Matbaacı:

1- Matbaa ve baskı işlerinin hazırlanma ve basılmaları ile uğraşan ve bu işi kendine meslek edinen kimse. Bu çerçevede matbaacılık ana mesleği altında çok sayıda meslek mensubu görev yapmaktadır. Bunların başlıcaları; dizgici, grafiker, filmci, montajcı, kalıpçı, baskıcı, mücellit (ciltçi), matbaa müşteri temsilcisi, matbaa yöneticisidir.



2- Basımevi sahibi.
Matbaacılık: 1.Basılması istenen bir materyale ilişkin yazılı ve görsel materyallerin belirli sanatsal özellikler gözetilerek bir araya getirilip düzenlenmesi, baskıya hazırlanması ve çoğaltılması işlemlerinin tümüne matbaacılık denir. 2.Basımevi işletme işi. Matbua: Basılmış olan, basılı. Matbu evrak: Daha çok resmi nitelik taşıyan işlerde kullanılmak üzere basılmış evraklara denir.

Ajans: Basım sanayiinde ajans kavramı, daha çok basılacak materyallerin baskı öncesi hazırlık işlemlerini yürüten, fiziki üretimden çok düşünce üreten ve satan kuruluşları ifade eder. Ajanslar, resmi ve özel kuruluşların hizmet ya da mallarını tanıtmaya, sevdirmeye, sattırmaya yönelik reklam/tanıtım kampanyalarını organize eder ve yürütürler. Bu işleri yaparken de kampanya sırasında kullanılacak basılı materyallerin (afiş, broşür, bilboard, reklam panoları, kitap, el ilanı, kurum kimliği çalışmaları vb.) tasarım ve baskıya hazırlık işlerini bizzat yürütürler. Reklam ajanslarının kapasiteleri ölçüsünde eleman sayıları ve çalıştırdıkları elemanların nitelikleri değişebilir. Büyük ölçekli reklam ajanslarında görev alan uzman meslek mensupları genel olarak şunlardır: Sanat yönetmeni, grafik tasarımcılar, fotoğrafçı, dizgici, metin yazarı, müşteri temsilcisi

Yayınevi: Belirli uzmanlık alanları için kitapların üretim, dağıtım ve pazarlamasını takip eden kuruluşlara yayınevi denir. Yayınevleri de ajanslar gibi matbaaların en önemli müşterileridir. Yayınevlerinin büyük bir kısmı, bastıracakları kitapların dizgi ve tasarımını kendi bünyelerinde yaptıktan sonra film, montaj, kalıp, baskı ve cilt işlemleri için bir matbaa ile çalışırlar.

Servis Büro: 1980’li yıllardan itibaren bilgisayarların basım sektöründe etkin kullanılmaya başlanmasının ardından, bilgisayar destekli film çıkış hizmetleri vermek üzere kurulmuş profesyonel kuruluşlara servis büro denmiştir. Servis bürolar, film çıkış makinalarına büyük yatırımlar yapmak istemeyen ajans ve matbaalar arasında köprü görevi gören kuruluşlar olup, günümüzde yavaş yavaş doğrudan kalıba pozlandırma sistemlerini de bünyelerine almaya başlamışlardır.

Selefoncu, lakçı: Baskısı tamamlanan broşür, dosya, kitap kapağı, karton ambalaj gibi bazı işlerin yüzeyine hem estetik kaygılarla, hem de daha dayanıklı olması, sudan, yağdan, güneş ışınlarından etkilenmemesi için ciltleme öncesi selefon veya lak uygulayan işletmelere denir.

Mücellithane (Ciltevi): Baskısı tamamlanan işlerin kesim, kırım, harman, dikiş, kapak takma vb. İşlemlerinin yapıldığı işletmelere denir. Pek çok matbaanın kendi bünyesinde mücellithanesi bulunmakla birlikte, özel kapak takma, varak yaldız vb. işlemler konusunda hizmet veren cilteveleri bulunmaktadır.

Araştırma Yazıları

Araştırma Yazıları NLP Kişisel Gelişim ve Psikoloji
Ömer Yalçın 22 Kasım


Bilimsel araştırmalar insan ilişkilerinde pozitif davranış sergileyenler kariyer basamaklarını daha hızlı tırmandığını gösteriyor


İyimserlik, kişisel ve iş başarınızın gizli anahtarıdır İyimserler, heyecanlı bir yaşama ilişkin net bir vizyona sahiptirler; vizyonlarına ulaşmak için hedefleri üzerinde tutarlı bir biçimde çalışırlar ve kendi sorumluluklarını üstlenirler Buna karşılık kötümserlerin, harika bir yaşama ilişkin net bir vizyonları yoktur ve şikayet etmeye, suçlamaya ve yakınmaya bayılırlar Nasıl daha iyimser olabilirsiniz? Kendinizi anında mutlu, emin ve iyimser hissetmenize yardımcı olmak için öncelikle basit bir araştırma yapmak gerekiyor Çok sayıda araştırma şunu kanıtlıyor ki; iyimserler, sağlık, zenginlik ve kariyer başarısı gibi konularda kötümserlerden daha iyi performans gösteriyor


Test uygulanıyor

Pek çok şirket, adaylar arasında seçim yaparken, birtakım testler uygular Önce, yüksek başarılılar teste tabi tutulurlar Yüksek başarılılar, tipik olarak iyimserlik testinden yüksek derece alırken, az başarılılar, iyimserlikte orta ya da düşük derece elde ederler Bu tekrarlanan bulgu, iyimserlerin kötümserlere göre daha fazla kariyer başarısı sağladıklarını gösteriyor
Parada daha şanslılar

İlginç bir araştırmaya göre, kendi çabalarıyla milyoner olanlar, aynı derecede para kazanan ama milyoner statüsüne sahip olmayan kişilere oranla daha az endişe duyarlar İyimser olmak ile milyoner olmak arasındaki bağlantı nedir? İyimserler, kötümserlere göre, milyoner statüsü kazanma konusunda daha avantajlıdırlar Ayrıca, tutumlu olmak, akıllı yatırımlar yapmak ve finansal hayalleri gerçeğe dönüştürmek için kararlı bir çalışma sergilerler Buna karşılık kötümserler, açık ve değecek hedefler belirleme ya da milyoner olmak için tutarlı adımlar atmada daha başarısızdırlar

BU ÖNERİLERİ SİZ DE UYGULAYABİLİRSİNİZ

1- Dik duruş ve büyük adımlar İyimser insanlar, dik dururlar, hızlı yürürler ve büyük adım atarlar Kötümser insanlar, gevşek bir duruşa sahiptirler, yavaş yürürler ve küçük adım atarlar Başı dik, omuzları geride, büyük adımlarla son derece hızlı yürüyen birini gördüğünüzü hayal edin Bu kişi kendine güvenir Aksine, başı ve omuzları düşmüş, küçük adımlarla yavaş yürüyen biri ise kasvetli bir ruh haline sahiptir Dik duruş neden önemlidir? Çünkü, başınızı doğrultabilmek için önce vücudunuzu dik tutmanız gerekir!

2- Neşeli bir ses tonu Mutlu olmanın en kestirme yolu, neşeli bir ses tonu kullanmaktır Sinirlendiğiniz bir anı düşünün O sırada telefon çaldı Yanıtladınız ve sizi arayan, etkilemek istediğiniz biriydi Hiç şüphe yok ki onu etkilemek için neşeli bir sesle konuşursunuz Sonuç: Ruh halinizin hemen yükseldiğini hissetmeye başlarsınız Neşeli bir ses, neden çok güçlü bir iyimserlik aracıdır? Psikolojik araştırmalara göre, kişi o anda yaşadığı duyguyu hisseder Neşeli davranırsanız, kendinizi neşeli hissedersiniz Neşeli ses, iyimser davranmanın en hızlı yoludur

3- Mutluluk verici sözcüklerÇeşitli sözcük türleri kullanılabilir: üzücü ve mutluluk verici Kötümserler, üzücü sözcükleri kullanmaktan keyif alırlarken, iyimserler, mutluluk verici sözcüklere odaklanırlar Üzücü sözcükler: Sorun, yorgun, sıkıntılı Mutluluk verici sözcükler: Fırsat, xarj olmak, enerji doluÖrneğin, kötümser biri "Sorunum var" der Buna karşılık iyimser biri, "Bir dahaki sefere daha iyisini yapmak için elimde bir fırsat var" der

4- Doğru bir yaklaşıma sahip olunİyimser biri olmanın en basit yolu, sorunlara değil, çözümlere odaklanmaktır Her sorun çıkışında hemen çözüm yaratın ve bunları eyleme geçirin Örnekler: Üzücü yaklaşımlar: Sorunlara odaklanmak, zayıf noktalara dayanmak, finansal sıkıntıları düşünmek Mutluluk verici yaklaşımlar: Çözümlere odaklanmak, güçlü noktalara dayanmak, refaha ulaşmayı düşünmek Çözüm odaklılık neden son derece önemlidir? Çünkü, kafanızda her seferinde yalnızca bir düşünce olabilir Dolayısıyla, çözümlere odaklanırsanız, sorunların içinde yüzmez, şikayet etmez, suçlamaz ya da yakınmazsınız.

5- Başkaları için örnek olmalısınız Biri için örnek olduğunuz zamanları hatırlayın O insana yardım ederken kendinize de yardım ediyordunuz Atalarımızn dedikleri gibi, "Ne ekersen onu biçersin" Çalışanlar, iş arkadaşları, aile ve arkadaşlar için harika bir iyimserlik örneğiyseniz, eşzamanlı olarak kendinizi de iyimser yaparsınız Bunu nasıl başarırsınız? İnsanların sizi dik dururken, büyük adım atarken, neşeli bir ses tonuyla konuşurken, mutluluk verici sözcükler kullanırken ve çözümlere odaklanırken gördüklerinden emin olun Herkes iyimser olabilir İnsanlar, bu beş tekniği kullandıklarında, omuzlarından büyük bir yükün kalktığını hissederler Pozitif, mutlu ve kendinden emin olurlar Bu ipuçlarını eyleme geçirmek için, yalnızca bir iki dakikaya ihtiyacınız olacaktır Bunlar daha iyi bir sağlık, daha çok zenginlik ve daha yüksek kariyer başarısı için anahtar olabilir

http://www.psikoakademi.org/

Genel Haberler ve Duyurular



Davet: 2010′un Son ADOBE PUBLISHING EXPERT Eğitimi -İstanbul


Yazan HALID ÖZGÜR 22 KASIM 2010

İstanbul, Adana, Gaziantep gibi farklı illerde yapılan ve Türkiye’ye 100′den fazla sertifikalı profesyonel kazandıran Adobe Publishing Expert Eğitim ve Sertifikasyon programı 29-30 Kasım ve 1 Aralık tarihinde tekrar İstanbul’da.

Sizleri yeniden Adobe Türkiye ve Medyasoft‘un birlikte düzenlediği “Adobe Publishing Expert (Adobe Yayıncılık Uzmanı)” (Kısa adı, APE) eğitimi ve sertifika sınavına davet ediyoruz.

APE EĞİTİM KONULARI

- InDesign CS5′in İşlevselliği

- Yayıncılık Sektörü ve İş Akışları

- Yayıncılıkta InDesign’a Geçiş ve Yerleştirme



TAKVİM

Son Başvuru: 25 Kasım Perşembe akşamı

Eğitim, 29-30 Kasım Pazartesi-Salı 09:00 – 17:00

Sınav, 1 Aralık 2010 Çarşamba, 10:00 – 11:30



EĞİTMENLER: Barış Özcan, Halid Özgür

EĞİTİM YERİ: Medyasoft, Ortaklar Cad. No:35, Mecidiyeköy

(Eğitim materyalleri, eğitim içeriği ve sınav tamamen Türkçeve ücretsizolacaktır.
Katılım Şartları Hakkında



■Eğer yukarıda açıklanan TAKVİM’de belirtilen günlerde müsait değilseniz lütfen katılabilecek kişilere engel olmamak için başvurunuzu bir sonraki APE programına saklayınız.

■13 kişi ile sınırlı katılım olacağı için lütfen CV’nizi Medyasoft Müşteri İlişkileri info@medyasoft.com.tr adresine (Word veya PDF formatında) gönderiniz.

■Bu eğitime katılım için temel düzeyde InDesign bilgisi ve/veya sektör tecrübesi tercih sebebidir.

Süreç Hakkında:

■Gönderilen CV’ler Adobe tarafından incelenecek ve katılımcılar belirlenecektir.

■Katılım için uygun görülenler Medyaspft Müşteri ilişkileri tarafından 26 Kasım Cuma günü telefonla aranarak eğitime davet edilecektir.

■Eğitim sonrasında yapılacak Türkçe sınavdan geçenlere Adobe onaylı“Adobe Publishing Expert” sertifikaları verilecektir.

■Adobe tarafından onaylı “Adobe Publishing Expert” sertifikasına sahip olanlar “InDesign CS5′in İşlevselliği, Yayıncılık Sektörü ve İş Akışları, Yayıncılıkta InDesign’a Geçiş ve Yerleştirme” konularında uzmanlaşmış olurlar.

İletişim:
Medyasoft Müşteri İlişkileri: info@medyasoft.com.tr

17 Kasım 2010 Çarşamba

Genel Haber ve Duyurular

Bu Blogda Yayınlanan Özgün Makalelerin Hepsi Kitaplaştırılacaktır Bazıları ise Bu blogda Yayınlanıp diğerleri Kitapların İçinde Yer Alacaktır Şimdi Yayınlanan Makale ise Yeni Yazdığım kitabımın İlk Makalesidir...
Gösterdiğiniz İlgiye Teşekkürler

Mahir Ziya Makaleler








Özgün Makale
İlk Söz

Nietzche Felsefe Tarihinin Kuşkusuz En İlginç ve isyankar kişiliklerinden birsidir İsyankar kişiliği ise Mustafa Kemal Atatürk’ün ezilmiş yok sayılan halklara emsal teşkil etmiş, insanlık tarihinden yok edilmeye çalışılan bir halk için verdiği mücadelenin bir benzeridir. Dahi kişilikler ulusların başarılarındaki temel taşlardan biridir.

Mustafa Kemal Atatürk gibi bir ulusun içinden çıkmış etik değerlerin en yücesini taşıyan bir insan ulusların genomundaki değerlerinde temsilidir Yüce Türk Milleti yüce önderi gibi bir şahsiyeti bağrından çıkartıp bu millete armağan etmiş olmanın mutluluğunu şimdi olduğu gibi daha sonra da taşıyacaktır. Dahi Şahsiyetlerin en önemlilerini çagına ilham verecek şekilde yetiştiren Türk Ulusu Kanuni Sulatan Süleyman ve Fatih Sultan Mehmet gibi yüksek şahsiyetlerin,  uluslarının önderi olması çağlarına yol açarken, diğer şahsiyetlerden farkllı olarak ulusların ve ulusunun karakterinin  bağımsızlık ve hürriyetten daha değerli bir yola çıkmayacağını bilen değerli bir önder için Mustafa Kemal Ataürk bulunduğu çağda farklı bir önder kimliği çıkartmıştır. Esareti kabul etmeyen bu yönüyle Mustafa Kemal diğer diktatör ve faşizan yönetimi benimsemiş liderlerden ayrılır. Dünyada eşi ve benzerine az rastlanacak ve benim şahsiyetime göre bir daha gelmeyecek bir önder yol arkadaşı lider ve manevi babadır.


Mükemmel Bir şahsiyet olmak Kişilik Karakter Etik vb. unsurları bir arada bulundurmaya bağlıdır Şahsi sosyal kişilik ise sadece ve sadece yetiştirilme tarzı ve iyi alışkanlıkları aile yapısından getirmeye bağlıdır. Mükemmellik bir eylem değil alışkanlıktır.


İdealist olmak ise mükemmellikle bağdaşım kurarsak Etik değerler ile mükemmel bir kişiliği bir arada bulundurmaya bağlıdır. Şahsi sosyal psikolojik değerlerini etik düzen ve fikirleriyle birleştirerek bir ulusa önder olmuş kişiler bugün hala hatırlanırlar hiç ölmemiş gibidirler.


Eylemlerimizin doğası gereği etik değerlerden yoksun hayatlar, insan doğasını dünyayı ve kainatın düzenini tehdit etmektedir; Öyleyse “ mükemmel İnsan Yoktur Mükemmel alışkanlık vardır “.


Atatürk insani yönüyle Hitler faşizmi ile Mussolini diktatörlüğü arasında mükemmellik kıvılcımını yakmış şahsına münhasır bir insandır. Bir ulusun kimliğini haykıran serap olmayan görüşleriyle zor inanılan kimlik arasında, sanki gerçek dışıymış gibi gözüken bir savaşın galibi Türk ulusu "Yurtta Sulh Cihanda Sulh" diyen bir önderin arkasından fikirlerinin yanına günümüzün gerçekleri olan Eğitim,Yönetim, Ticaret, Sanat politikaları ve Fikir dünyası, sosyal küresel insani değerlerin bütününü toplumuna eğitim yoluyla yerleştirebildiği zaman, ikinci ve birinci dünyanın ve özellikle sosyal insani değerler yönüyle yeni Türk Felsefesinin,  yazarlar arcılığıyla, sosyalleşen toplumlarda benimsetilmesi Türk dünyasının geleceğin ezilmiş uluslarında ilham kaynağı olacağı inancındayım.


Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda Türkiye Cumhuriyeti'nin şiarını Türkiye Cumhuriyetinin Temeli Eğitim ve Yüksek Türk Kültürüdür ! sözüyle çizmiştir.


Eğitilmemiş kişilikler kimliklerini kazanamayarak diğer toplumların kültürlerini kabullenmek zorunda kalmaktadırlar. Eğitim eski birinci ve yeni ikinci dünyanın temel gerçeğidir. Eğitilmek ise sadece okul eğitimi değil Bütün bir hayat boyu sürecek bir kavaramdır.


Eğitimin temeli ulusların küresel dünya emperyalizminden uzak durmak ve toplumlarını refah içinde yaşatmak istemeleri olmalıdır…

                                                                                         Ziya ERAL

16 Kasım 2010 Salı

Felsefe ve Sosyolji Dersleri

Eğitim Sosyolojisinin Önemi


“Eğitim sosyolojisi” dersinin öğretmen ve eğitimcilere kazandıracağı yararlar da şu noktalarda özetlenebilir:


a) Bir öğretmenin karşısındaki öğrenciler çok çeşitli toplumsal menşelerden; ailelerden, yerleşim yerlerinden, sosyal sınıf ve tabakalardan gelmektedirler. Öğretmen, öğrencilerin içinden çıktığı sosyal çevreyi ve oradaki sosyal ilişkileri iyi bilmelidir.


b) Öğretmen, içinde çalıştığı okuldaki toplumsal olguyu ve bir sosyal kurum olarak okulun sosyal işleyişini bilmeli; eğitim-öğretim çalışmaları sırasında bundan faydalanmalıdır.


c) Modern öğretim yapmak isteyen bir öğretmen, karşısındaki öğrenci grubunun özelliklerini bilmeli; grup dinamizmi, grup davranış ve dayanışması ile ilgili bilgi sahibi olmalıdır.


d) Eğitim Sosyolojisi, öğretmenlere, içinde bulundukları toplumun kültürü, eğitimi etkileyen toplumsal güçler ve etkileme biçimleri, toplumsal gelişme, toplumsal roller vs. konularında sağlıklı bilgiler vermektedir.


e) Eğitim Sosyolojisi, ülkenin ve çağdaş toplumsal düzenin eğitim sorunları karşısında, öğretmenlerin daha bilinçli hareket etmelerinde ve mümkün çözümler göstermelerinde yardımcı olur.“Eğitim sosyolojisi” dersinin öğretmen ve eğitimcilere kazandıracağı yararlar da şu noktalarda özetlenebilir:



a) Bir öğretmenin karşısındaki öğrenciler çok çeşitli toplumsal menşelerden; ailelerden, yerleşim yerlerinden, sosyal sınıf ve tabakalardan gelmektedirler. Öğretmen, öğrencilerin içinden çıktığı sosyal çevreyi ve oradaki sosyal ilişkileri iyi bilmelidir.


b) Öğretmen, içinde çalıştığı okuldaki toplumsal olguyu ve bir sosyal kurum olarak okulun sosyal işleyişini bilmeli; eğitim-öğretim çalışmaları sırasında bundan faydalanmalıdır.


c) Modern öğretim yapmak isteyen bir öğretmen, karşısındaki öğrenci grubunun özelliklerini bilmeli; grup dinamizmi, grup davranış ve dayanışması ile ilgili bilgi sahibi olmalıdır.




d) Eğitim Sosyolojisi, öğretmenlere, içinde bulundukları toplumun kültürü, eğitimi etkileyen toplumsal güçler ve etkileme biçimleri, toplumsal gelişme, toplumsal roller vs. konularında sağlıklı bilgiler vermektedir.


e) Eğitim Sosyolojisi, ülkenin ve çağdaş toplumsal düzenin eğitim sorunları karşısında, öğretmenlerin daha bilinçli hareket etmelerinde ve mümkün çözümler göstermelerinde yardımcı olur.


Giddens ve Dönüşümcü Sosyoloji

Günümüz Britanya’lı sosyologlarından Antony Giddens,bir çözümleme biçimi olarak sosyolojinin ve bir anlama&açıklama çabası olarak da sosyal teorinin temel sorunlarını eleştirel bir yaklaşımla ve usta bir dille özetleyen çağdaş sosyal teorinin önde gelen isimlerinden biridir.Giddens’ın ünü daha çok,kökeni çok eskilere dayanan ve sosyoloji tarihinde ciddi tartışmalara neden olan yapı-eylem ikiciliğini(yapılaşma teorisiyle) aşma çabasından kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi sosyal bilimlerdeki önemli tartışmalardan biri birey ve toplum arasındaki ilişkilerin niteliğidir. Sosyal yapıyı, ontolojik olarak kendisini oluşturan unsurlardan önce tutan yapısal-işlevselci,toplum merkezli makro sosyoloji ve eylemde bulunan bir varlık olarak bireyi ön plana çıkaran ama yapı,çatışma ve güç konularını ihmal eden, aktör merkezli mikro sosyoloji adeta iki kutba bölünmüş,sosyoloji tarihi boyunca sonu gelmeyen tartışmalarla Gouldner’in deyimiyle “batı sosyolojisinde bir kriz” patlak vermiştir.

Giddens,yapılaşma teorisi ve kavramlarını oluştururken birçok sosyologtan etkilenmiştir. Bir yandan Kıta Avrupası’ndan,kapitalizm ve sanayi toplumu analizlerinde Marx; modernlik ve modernleşme eksenli analizlerinde Weber, Giddens’ın esin kaynağı olurken, bir çözümleme biçimi olarak Amerikan sosyolojisinin yeniden-kurucu babalarından, ’sosyolojik tasarım’ı ile ünlenmiş Charles Wright Mills, Giddens’ı etkileyen sosyologlar arasına girmiştir.Günümüz Britanya’lı sosyologlarından Antony Giddens,bir çözümleme biçimi olarak sosyolojinin ve bir anlama&açıklama çabası olarak da sosyal teorinin temel sorunlarını eleştirel bir yaklaşımla ve usta bir dille özetleyen çağdaş sosyal teorinin önde gelen isimlerinden biridir.Giddens’ın ünü daha çok,kökeni çok eskilere dayanan ve sosyoloji tarihinde ciddi tartışmalara neden olan yapı-eylem ikiciliğini(yapılaşma teorisiyle) aşma çabasından kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi sosyal bilimlerdeki önemli tartışmalardan biri birey ve toplum arasındaki ilişkilerin niteliğidir. Sosyal yapıyı, ontolojik olarak kendisini oluşturan unsurlardan önce tutan yapısal-işlevselci,toplum merkezli makro sosyoloji ve eylemde bulunan bir varlık olarak bireyi ön plana çıkaran ama yapı,çatışma ve güç konularını ihmal eden, aktör merkezli mikro sosyoloji adeta iki kutba bölünmüş,sosyoloji tarihi boyunca sonu gelmeyen tartışmalarla Gouldner’in deyimiyle “batı sosyolojisinde bir kriz” patlak vermiştir.




Giddens,yapılaşma teorisi ve kavramlarını oluştururken birçok sosyologtan etkilenmiştir. Bir yandan Kıta Avrupası’ndan,kapitalizm ve sanayi toplumu analizlerinde Marx; modernlik ve modernleşme eksenli analizlerinde Weber, Giddens’ın esin kaynağı olurken, bir çözümleme biçimi olarak Amerikan sosyolojisinin yeniden-kurucu babalarından, ’sosyolojik tasarım’ı ile ünlenmiş Charles Wright Mills, Giddens’ı etkileyen sosyologlar arasına girmiştir.



Ayrıca ‘Being and Time’ adlı eseriyle Martin Heidegger,Giddens’ın zaman ve mekan konusundaki fikirlerinin; İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure de yapı kavramındaki fikirlerinin kaynağı olmuştur.Giddens,sosyal teorisini, eleştirel bir yaklaşımla oluşturan ve sosyolojiyi yenibaştan tanımlayarak yapılandıran bir sosyolog olması nedeniyle Jürgen Habermas’a benzetilmektedir.



Bununla birlikte Giddens, genel anlamda, Marx’ın:



“insanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar ama diledikleri gibi yapmazlar; insanlar tarihi kendileri tarafından seçilmiş şartlar altında değil,doğrudan içinde bulundukları,verili ve geçmişten aktarılmış şartlar altında yaparlar.”



vecizesinden etkilendiğini belirtmektedir.(1)



Parsons’un geliştirdiği,insan aktörünü dışlayan sosyal sistem yaklaşımı 1950′li yıllarda sosyoloji araştırmalarının temel çerçevesini oluşturmuş,buna karşılık aktörün önemi vurgulayan anlayış da 1960′lı yıllarda sosyolojiye egemen olmaya başlamıştır.Bunun sonucu olarak da insan aktörünü sosyal teorinin merkezine yerleştiren etnometodoloji ve sembolik etkileşimcilik gibi yorumsamacı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır.Bu yaklaşımlar Parsons’un yaklaşımının aksine mikro aktörlere aşırı bir vurgu yaparken makro aktörleri geri plana itmiştir.



Giddens,Parsons’un yapısal-işlevselci kuramına yönelttiği eleştirisinde, yapının insan davranışı üzerindeki etkisinin onu sınırladığı ve ‘bireylerin hareketleri şu veya bu şekilde toplumsal güçlerin ürünüdür’ şeklindeki görüşünü şiddetle eleştirmiş ve bu yaklaşımın, aktörü kültürel bir kukla olarak görüp onun kendisinin düşünümsel (reflexive) davranabileceğini gözardı etmekle suçlamıştır.Giddens “Central Problems in Social Theory” de bu toplumsal sistem anlayışını sistemlerin kendilerini meydana getiren toplumsal aktörlerin üstünde olan özelliklerin ortaya çıkmasıyla karakterize edilmediği, bilakis, yapılaşmış ve rutinleşmiş toplumsal pratiklerle üretildiği ve yeniden üretildiği gerekçesiyle eleştirilmiştir. Ona göre, toplumsal sistemlerin sistematik özellikleri, sistemin kendisinden çok toplumsal eylemin doğasından doğar.



Ayrıca Giddens,Durkheim’ın “Sosyolojik Metodun Kuralları” adlı eserindeki,sosyolojinin mümkün olduğunca doğa bilimlerini kendine örnek alarak sosyal gerçekleri çözümlemesi gerektiği düşüncesini ve Comte’un, bu düşüncenin doğuşuna neden olan görüşlerini eleştirmiştir: “Comte,bilim maddi dünyada olayları kontrol altına almamızı nasıl sağlıyorsa, bizim de aynı şekilde kendi kaderimizi biçimlendirebileceğimize inanıyordu. Ünlü ilkesi ‘Prevoir pour pouvoir’ (geleceği kestirmek,iktidar sahibi olmak demektir) bu düşünceyi ifade ediyor…Eğer toplumsal eylemi tabiat kanunlarıyla belirlenen bir mekanik olaylar dizisi olarak kabul edersek hem geçmişi yanlış anlamış,hem de sosyolojik çözümlemenin gelecekteki olayları etkilemekte ne denli yardımcı olabileceğini kavrayamamış oluruz. İşte bu yüzden Comte’un “Prevoir pour pouvoir” düşüncesinin sosyal teknoloji olarak anlaşılmasına katılamayız.”(2)



Onun anlayışına göre “sosyoloji gerçekte gözlenebilen konularla ilgilenir,ampirik araştırmalara dayanır ve olgulara anlam kazandıracak kurumları ve genellemeleri formüle etmek üzere yapılacak girişimleri de kapsar.Ancak insanoğlu yaratılışı gereği maddi nesnelerle aynı özelliklere sahip değildir.Kendi davranışlarımızın incelenmesinin bazı çok önemli açılardan tabiattaki fenomenlerin incelenmesinden bütünüyle farklı olması gerekir…sosyolojinin asıl odak noktası ‘ileri’ ya da ’sanayileşmiş’ toplumlardaki kurumların ve bu kurumların dönüşüm (transformasyon) şartlarının incelenmesidir.” (3)



Gerçekten Giddens,sosyolojinin,geleneksel toplumlar ile modern toplumlar arasındaki derin toplumsal dönüşümleri anlamaya yönelik çabalardan doğduğunu; değişimler devam edip hız kazandıkça,anlama girişimlerinin de daha büyük önem kazandığını ileri sürmektedir.



Giddens,yukarıda bahsetmiş olduğumuz batı sosyolojisindeki krizin nedeni olarak bu iki zıt düşünce geleneklerinin çok rijit bir tutumla tek yönlü kapsayıcı bir sosyal teori oluşturma çabasını görür.Ona göre sosyal teori sistematik bir yeniden yapılanmaya gereksinim duymaktadır.Bu bağlamda Giddens’ın çalışmaları farklı ve zıt sosyal düşünce geleneklerinin bir sentezi olarak düşünülebilir.Ona göre, ‘dünyayı nasıl biliyoruz?’ biçimindeki epistemolojik sorular yerine ontolojik sorularla uğraşılması gerekir.Giddens yapmaya çalıştığını ‘bir eylem ve bir yapı kuramı olarak insan toplumunun ontolojisi yapmak’ olarak özetlemiştir.Yani,Giddens kendini bir praxis kuramcısı olarak görmektedir.Yapılaşma kuramı bir praxis olarak genelde sosyal bilimlerin özelde de sosyolojinin karşı karşıya geldiği krizi aşmak için önerilmiştir.



Yapılaş(tır)ma Kuramı



Giddens’a göre yapı eylem veya aktörün varlığı dışında bir varlığa sahip değildir.Bir yapı ancak eyleyen bir varlık olarak bir aktörün eylemini pratiğe dökmesi ile vücut bulur.Buna karşı Giddens yapı kavramının tümden terkedilmesine de karşıdır çünkü yapı ve eylem sürekli olarak birbirini üreten bağımlı bir ilişkiler zinciridir.Giddens,bunu Saussure’den esinlendiği konuşma ile dil arasındaki ilişkiyi örnek vererek açıklamaktadır.Ona göre konuşma bir eylem,dil ise yapıdır.’Konuşma’,onu gerçekleştirecek bir ‘özne’nin varlığını zorunlu kılar.Buna karşılık dil ise bir özneye sahip değildir.Konuşmacılar tarafından kullanılıncaya kadar dilin bir varlığı da yoktur.Aynen öyle de sosyal hayattaki yapılar sadece sosyal eylemde ortaya çıkar.Yapıyı kurallar ve kaynaklar olarak tanımlayan Giddens,eylemi belirleyen dışsal bir güç olarak yapı yerine,kuralları ve kaynakları koyar. Aktörün eylemleri kurallardan ve kaynaklardan etkilenmektedir. Yapıyı oluşturan kurallar uygulamalarında sürekli olarak dönüşüme uğrarlar.Yapı ise yapısal setler olarak somuta indirgenebilir.Örneğin ,ona göre kapitalist toplumun temelini oluşturan yapısal set şu şekilde belirtilebilir:Özel mülkiyet, para,sermaye,hizmet sözleşmesi,kâr.Bu yapı setleri arasında bir dönüşüm vardır.Özel mülkiyet paraya,para sermayeye,sermaye işçi çalıştırmaya ve kâr yapmaya dönüştürülmektedir.(4)



Yapısalcı ve işlevselci okullar sistem ve yapı kavramını aynı anlamda kullanırken Giddens bu iki kavram arasında bir ayrım yapmaktadır.Ona göre yapı ve eylem arasında ikisinin birbirine bağımlılığını sağlayan bir olgu vardır;o da sistemdir.Sistemler sürekli yeniden üretildikleri için zaman ve mekandan soyutlanamazlar.Sosyal sistemler sosyal yeniden üretimin sürekliliği sayesinde zaman ve mekanda oluşurken yapılar zaman ve mekanda yoktur;sanal bir varlığa sahiptirler. Yapılar sadece zamansal olarak ortaya çıktıkları anda mevcutturlar.Bundan dolayı yapılar organize ettiği eylemin hem nedeni hem de sonucudur.Yapı,sistem ve eylemde mevcut olmakla beraber bunların hiçbirine indirgenemez.Toplumsal etkileşim sistemleri olan sosyal sistemlerin kendileri yapı olmamakla beraber,çeşitli yapıları bünyesinde barındırırlar.



Giddens’a göre aktör ise,’günlük hayatın sürüp gitmekte olan bir parçası olarak dünyada farklılık yapabilme yeteneğine sahip olan,farklı eylemler seçebilen ve belli ölçüde yapıdaki sosyal ilişkileri dönüştürebilme kapasitesine sahip olan varlık’ anlamında bir kavramdır.Giddens aktörün eylem özgürlüğünü kısıtlayan birtakım etkenler olduğunu da ilave eder.Bunların başlıcaları olarak: ‘yapı,diğer aktörlerin yaptırımı,geniş zaman ve mekan olgusu ve amaçlanmayan sonuçlar’ı sayar.Giddens’ın anlayışına göre eylem de, ‘herhangi bir şeyi değiştirme veya başarabilme yeteneği’dir.Bu anlamlarda,Giddens’a göre insanlar bilinçli olarak yaptıkları eylemler ile, yine kendi eylemlerini etkileyen yapıları bilinçsizce yeniden üretmektedirler. Dolayısıyla yapı, eyleme bir engel teşkil etmemekte, aksine eylemin gerçekleşmesinde yer almaktadır.



Giddens’ın bu kavramlara atfetmiş olduğu anlamlardan da anlaşılacağı üzere yapılaş(tır)ma kuramı,fiilen olup bitenler hakkında net hipotezler ortaya atmaktan ya da gelişme yasaları saptamaktan ziyade,dünyada ne tür şeyler varolduğunu belirlemeyi öngören bir toplumsal ontolojidir.Yapılaşma bize,özgül bir toplumun fiilen nasıl işlediğini ortaya koymaktan çok,toplumu incelediğimiz zaman nelere baktığımızı anlatır.Giddens,toplumsal fenomenler ile olayların her zaman bir olumsallık içerdiğini ve açık uçlu olduğunu ısrarla vurgulayarak,kapalı sistemler diye nitelediği evrim kuramı ile işlevselcilik gibi kuramları eleştirir ve reddeder.Yapıları ürettiğini ve yapılar tarafından üretildiğini savunduğu ‘toplumsal pratikler’ üzerinde yoğunlaşarak,sosyolojide eylem ile yapı arasında gözlenen geleneksel bölünmeyi aşmaya çalışan Giddens’a göre,eylem ve yapı birbirinin zıddı değil,bir ikiliğin birbirini tamamlayan unsurlarıdır.Yapılar toplumsal aktörlerin dışında duran şeyler değil,aktörlerin kendi pratikleriyle ürettiği ve yeniden ürettiği kurallar ve kaynaklardır.Ayrıca zamanın ve mekanın toplum kuramı ve toplum analizi açısından önemini vurgulayan Giddens’ın tarihsel sosyolojisi,toplumları birbirine bağlayan farklı yolları inceleyen bir yorum getirmektedir.



Özetle söyleyecek olursak Giddens’a göre sosyal teori,bireyin ve toplumun oluşmasını sağlayan sosyal pratikleri incelemelidir.Sosyal pratikler de kuralların zaman boyunca ve farklı fiziki mekanlarda dönüşümüyle ortaya çıkmaktadır.Bu anlamda zaten yapılaşma kuramı zaman ve mekân boyutlarında gerçekleştirilmesi ve yeniden gerçekleştirilmesi anlamını taşımaktadır.Yapılaşma kuramının amacı sosyal hayatın maharetli bir biçimde,bilgili aktörler tarafından yeniden üretilmesini açıklamaktadır.



Yapılaşma kuramını açık bir şekilde anlatan tek bir açıklama yoktur.Giddens bu projesine, ‘Capitalism and Modern Social Theory’ de (1971) sosyolojideki klasik düşünürleri gözden geçirerek başlamış, daha sonra ‘Central Problems in Social Theory’(1979) ile ‘The Constitution of Society’(1984) yapılanmanın başlıca formülasyonlarını ortaya koymaya girişmiştir.(5)



Yapılaşma kuramı çerçevesinde Giddens’ın üzerinde durduğu bir kavram da ‘çifte yorumsamacılık’tır. (double hermeneutics) Bu kavram sosyal bilimcinin kullandığı kavramlarla sıradan insanların kullandığı kavramlar arasındaki örtüşmeyi ifade etmektedir.Çünkü sosyal bilimcinin,dinamik yapıdaki toplum mekanizmasını anlamaya çalışırken kullandığı kavramlar zamanla kamusal söylemin bir parçası haline gelmektedir.Giddens sosyal bilimcinin toplum üzerindeki araştırmasının sosyal hayat üzerindeki etkilerini hiçe sayarak,nesnel bir sosyolojinin peşinde koşmaması gerektiğini savunmaktadır.Çünkü ona göre sosyal bilim,günlük hayatta yaratılan anlamlı sosyal dünya ile sosyal bilimcilerin kullandığı üstdillerden oluşur.Sosyal bilimsel kavramlar günlük söylemin bir parçası haline gelirken, sosyal bilimler de insanların gündelik hayatlarında yarattıkları anlamlardan yararlanırlar.Örneğin halk arasında kullanılan ‘kara gün dostu’ kavramı,sosyolojide birincil ilişkileri tanımlamada sosyologlar tarafından kullanılırken, sosyal bilimciler tarafından keşfedilen, -kentleşme sürecinde kırsaldan kente gelen bir göçmenin zamanla, mekansal çevresindeki insanlara kendini yakın hissetmesini sağlayan anlamındaki- ‘meçhul dost’ kavramı da halk tarafından benimsenip kullanılmaya başlanmıştır.



Giddens’ın literatüründe önemli bir yer işgal eden bir diğer kavram da ‘güven’dir. ‘The Consequences of Modernity’ (Modernliğin Sonuçları,1990) adlı eserinde güveni “bir kişinin ya da sistemin inandırıcılığına güven duyma” şeklinde tanımlamakta ve bu kavramın doğurduğu başlıca sorunların yararlı bir özetini sunmaktadır.Giddens,güvenin bazı özelliklerinin tartışılmakta olan her toplum tipi için geçerli olduğu kanısındadır.



İnsanın durumu özünde belirsiz ve tehdit edici bir şeydir,fakat gündelik amaçlarda toplum üyelerinin çoğunun yetiştirilme tarzı,başkalarına ve ’sorgulanmayan’ yaşam tarzına duyulan ‘temel güven’in gelişmesiyle,onları derinlere kök salmış endişelerden korur.Psikoloji ve psikanalizdeki çeşitli gelenekler, tuhaf,saldırgan ve rahatsız davranışları, anne babaların çocuklarına temel bir güven bir güven aşılayamaması,bunun sonucunda iç benlik ile dış çevrenin güvenilmez ve düşman öğeler olarak algılanmasına bağlarlar.



Klasik dönem yazıları ile daha yakın dönemdeki yazılar,modernliğin sahneye çıkışının temel güvenin hem kaynaklarını hem de nesnelerini özünde değiştirdiğinin ileri sürmüşlerdir.Bu çalışmalarda gözlenen genel konsensüse göre,modernlik akrabalık bağlarının ön plandaki rolünü ortadan kaldırır,yerel cemaat bağlarını yıkar ve dinin otoritesi ile geleneğe bağlılığı tartışmalı bir konuma getirir.Giddens bu sonuçları,toplumsal ilişkileri toplumsal bağlardan koparan ve ‘onları zamanın ve mekanın belirsiz sürelerinde yeniden yapılaştıran’, çeşitli ‘yerinden çıkarma mekanizmaları’na bağlamaktadır.Bu ‘yerinden çıkarma mekanizmaları’. pre-modern koşullara göre daha soyut bir güveni gerekli kılan iki sınıfa ayrılabilir:sembolik araçlar(örneğin para) ile uzmanlık sistemleri(güven düşünümsel bilgi gövdesine konulmuştur).Öte yandan, toplumsal ilişkilerin zaman ve mekan içinde uzaklaştığının,güveni muhafaza etme ve bununla eşanlamlı olarak güvenin olmamasına hoşgörü ile yaklaşma becerisinin öğrenilmesini gerektirmektedir.Dolayısıyla modernlik çift uçlu bir eğilimdir.Çünkü, bir yandan ‘ontolojik güvenliğimizi’, yani kişisel kimliğin sürekliliğine,toplumsal ve maddi ortama duyduğumuz güveni tehdit ederken; öbür yandan soyut toplumlardaki risk ve endişe ihtimalini,ayrıca güven talebini de arttırmaktadır.(6)



Giddens’ın genel olarak sosyolojik görüşleri ve özel olarak da yapılaşma kuramı,ileri sürüldüğü günden bu yana birçok eleştiriye hedef olmuştur.Bunlardan bazıları eleştiriden çok aşağılayıcı bir hakaret niteliğindedir.



Bazı sosyologlar Antony Giddens’ın çalışmalarındaki kuram diye ifade edilen çoğu görüşün aslında toplum felsefesinin alanına girdiği,çünkü bunların, toplumsal yaşam hakkında somut ya da test edilebilir önermeler yerine, esas olarak insan hakkında metafiziksel spekülasyonlardan oluştuğu iddia etmişlerdir



Giddens’ın, eylemde bulunan bir aktör olarak insanın eylem özgürlüğünü aşırı abarttığı da diğer bir eleştirinin merkez noktasını oluşturmaktadır.Tecrübelerimiz ve tarih göstermiştir ki insanlar,gündelik hayatta kendilerini saran sosyal yapılar hakkında hiç de o kadar bilgi ve bilinç sahibi değildirler.



Üstelik bilgi edindiği durumlarda bile,aktörün eylemde bulunması mümkün olmayabilir.Ayrıca Giddens bilgiyi manipüle eden durumlardan (inanç ve ideoloji gibi) kuramında hiç söz etmemektedir.Giddens’in ‘ben’ üzerinde yoğunlaşıp,insanların ‘biz’ anlayışı ile hareket ederek sosyal yapıyı etkilemesini ve üretmesini de göz ardı etmesi teorisinin diğer bir kusurudur.



Eylem ve yapı karşılıklı olarak birbirlerini sürekli oluşturduklarından belli bir zaman diliminde,belli bir alanda yapısal özellikleri veya insanların yaratıcı veya dönüştürücü özelliklerini ele almayı oldukça zorlaştırmaktadır.Şu halde ‘eylem&yapı’nın ayrılmaz bir bütün olduğu ve bu ikili arasında bir ayrım yapmanın mümkün olmadığı gerçeği ortaya çıkar.Yapı-eylem arasındaki bu etkileşimin sürekli değiştiği de gözönünde bulundurulduğunda Giddens’ın teorisinin zayıflığı ve tutarsızlı ortaya çıkmaktadır.



Jon Clarck ve arkadaşlarının eleştirisi ise Giddens’ı sosyolojik eylem, yapı değişim kuramları açısından “tekerleği yeniden icat etmek”le, özelde yapılanma kuramını hiçbir şey anlatmamakla ve ampirik temelden yoksun olmakla (Parsons’un kuramsal çalışmalarıyla paralellik kurarak)suçlayan oldukça incitici nitelikte eleştiriler yöneltmişlerdir.(7)



ALINTILAR:



1.,4.)YILDIRIM,E.(Doç. Dr. Engin Yıldırım.Sakarya Üniv. İ.İ.B.F Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Öğretim Üyesi),(1997),ANTONY GIDDENS’IN YAPILANMA TEORİSİ, (5.Ulusal Sosyal Bilimler Kongresine



‘12-14 Kasım 1997,ODTÜ,Ankara’ sunulan kişisel bir bildiri.)



2.) GIDDENS,A,(1998),SOSYOLOJİ,Eleştirel bir Yaklaşım, Birey Yayınları (Çevirenler:Dr. M. Ruhi Esengül-Dr.İsmail Öğretir)(Syf.21 ,23)



3.)a.g.e. (Syf.13,19)



5.)MARSHALL,G,(1999),SOSYOLOJİ SÖZLÜĞÜ,Bilim ve Sanat Yayınları(Syf.806)



6.)a.g.e. (Syf.289)



7.)a.g.e. (Syf.806)



KAYNAKÇA:



*GIDDENS,A,(1998),SOSYOLOJİ,Eleştirel bir Yaklaşım,



Birey Yayınları



(Çevirenler:Dr. M. Ruhi Esengül-Dr.İsmail Öğretir)



*MARSHALL,G.,(1999), SOSYOLOJİ SÖZLÜĞÜ, Bilim ve Sanat Yayınları



*YILDIRIM,E.(Doç. Dr. Engin Yıldırım.Sakarya Üniversitesi İ.İ.B.F Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Öğretim Üyesi),(1997),ANTONY GIDDENS’IN YAPILANMA TEORİSİ, (5.Ulusal Sosyal Bilimler Kongresine



‘12-14 Kasım 1997,ODTÜ,Ankara’ sunulan kişisel bir bildiri.)(SERTAÇ KAPTAN’A TEŞEKKÜRLER)




Tags: Anthony Giddens, Anthony Giddens Eserleri, Anthony Giddens Kimdir, Anthony Giddens Kitapları, Anthony Giddens Sosyolojisi, Anthony Giddens Yazıları, Dönüşümcü Sosyoloji, Dönüşümcü Sosyoloji Nedir, Giddens, Giddens Kimdir, Sosyoloji Ders Notları, Sosyoloji Dersleri



Yümni Sezen Kimdir

Yümni Sezen (d. 1938, Birecik), din sosyoloğu, akademisyen. Doğduğu şehir olan Birecik’te ilk ve ortaokul öğrenimini yaptıktan sonra 1957de Gaziantep Lisesini bitirdi. 1961de Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesinden mezun oldu.Milli Eğitim Bakanlığına bağlı çeşitli okullarda öğretmen ve yönetici olarak çalıştı. 1975de İstanbul Ortaköy Eğitim Enstitüsünde öğretmenlik yaptı. 1976-78 İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Müdürlüğü görevinde bulundu. 1985de Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesine öğretim görevlisi olarak geçti. Bir yıl sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyal Yapı ve Sosyal Değişme Anabilim Dalında doktorasını tamamladı. Sırasıyla Yardımcı Doçent, Doçent ve sonra Profesör unvanlarını aldı. Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesinde Din Sosyolojisi öğretim üyeliğinden emekli olarak çalışmalarını sürdürmektedir. Evli ve üç kız babasıdır. Çalışmaları felsefe, sosyoloji, din sosyolojisi ve İslâmi sosyoloji çalışmaları üzerinde yoğunlaşmıştır. Eserleri Günümüzde İslâmiyet ve Milliyetçilik (1978) Sosyolojiye Göre Halk-Millet-Devlet (1982) Tarihi Maddeciliğin Tahlil ve Tenkidi (1984) Hayatın Manâsı (1984) Sosyoloji Açısından Din (1988, 1993, 1998) Sosyolojide Temel Bilgiler ve Tartışmalar (1990, 1997) Türk Toplumunun Lâiklik Anlayışı (1993)lpl İslâm Sosyolojisine Giriş (1994) Maddeci Felsefenin Çıkmazları (1996) Hümanizm ve Atatürk Devrimleri (1998) Çağdaşlaşma, Yabancılaşma ve Kimlik (2003) Dinler arası Diyalog ihaneti (2006)

Tags: Çağdaşlaşma, Dinler arası Diyalog ihaneti, Sosyoloji Dersleri, Sosyoloji Kitapları, Sosyolojide Temel Bilgiler ve Tartışmalar, Yabancılaşma ve Kimlik, Yümni Sezen Ders Kitapları, Yümni Sezen Felsefesi, Yümni Sezen Makaleleri, Yümni Sezen Resimleri, Yümni Sezen Sosyolojisi, Yümni Sezen Yazıları, Yümni Sezen Hayatı, Yümni Sezen Kimdir

Cumartesi, Mayıs 1st, 2010 Kategorilenmemiş Yorum yapılmamış

Anarşist- Komunizm

Sosyalizmin hükümetsiz sistemi [olan] anarşizmin ikili bir kökeni vardır. Özellikle ikinci yarısında olmak üzere, 19. yüzyılı ekonomik ve siyasi alanlarında tanımlayan iki düşünce hareketinden gelişmiştir. Tüm sosyalistlerle ortak olarak anarşistler toprak, sermaye ve makinalar üzerindeki özel mülkiyetin zamanını doldurduğunu; yani [artık] ortadan kalkmaya mahkum olduğunu; ve üretim için gerekli olan tüm şeylerin toplumun ortak mülkiyetinde olması gerektiğini ve [böyle] olacağını, ve [bunların] refahın üreticilerince ortaklaşa yönetileceklerini savunurlar. Ve siyasi radikalizmin ilerici temsilcilerinin çoğu ile ortak olarak [anarşistler], toplumun ideal siyasi örgütlenmesinin hükümetin fonksiyonlarının en aza indirgendiği; ve sayısız çeşitlilikteki bütün insan gereksinimlerini sağlamak amacıyla –özgürce– oluşturulmuş özgür grup ve federasyonlar yardımıyla [vasıtasıyla], bireyin insiyatifte bulunma ve faal olma hürriyetini tam anlamıyla eline geçirdiği bir durumda [olabileceğini] savunmaktadırlar.Sosyalizmin hükümetsiz sistemi [olan] anarşizmin ikili bir kökeni vardır. Özellikle ikinci yarısında olmak üzere, 19. yüzyılı ekonomik ve siyasi alanlarında tanımlayan iki düşünce hareketinden gelişmiştir. Tüm sosyalistlerle ortak olarak anarşistler toprak, sermaye ve makinalar üzerindeki özel mülkiyetin zamanını doldurduğunu; yani [artık] ortadan kalkmaya mahkum olduğunu; ve üretim için gerekli olan tüm şeylerin toplumun ortak mülkiyetinde olması gerektiğini ve [böyle] olacağını, ve [bunların] refahın üreticilerince ortaklaşa yönetileceklerini savunurlar. Ve siyasi radikalizmin ilerici temsilcilerinin çoğu ile ortak olarak [anarşistler], toplumun ideal siyasi örgütlenmesinin hükümetin fonksiyonlarının en aza indirgendiği; ve sayısız çeşitlilikteki bütün insan gereksinimlerini sağlamak amacıyla –özgürce– oluşturulmuş özgür grup ve federasyonlar yardımıyla [vasıtasıyla], bireyin insiyatifte bulunma ve faal olma hürriyetini tam anlamıyla eline geçirdiği bir durumda [olabileceğini] savunmaktadırlar.




Sosyalizm bağlamında, anarşistlerin çoğu onun nihai sonucuna ulaşırlar; yani ücret-sisteminin tamamen yadsınmasına ve komünizme. Siyasi örgütlenmeye referans olarak ise, radikal programın yukarıda bahsedilen kısmını daha da geliştirerek, hükümet işlevlerinin sıfıra indirgenmesinin –yani, hükümetsiz bir topluma, anarşiye– toplumun nihai hedefi olduğu sonucuna ulaşırlar. Bunun da ötesinde anarşistler toplumsal ve siyasi örgütlenme ideali böyleyken, bunun gelecek yüzyıllara ertelenmemesi gerektiğini savunurlar. Toplumsal örgütlenmemizde, sadece yukarıda [bahsedilen] ikili idealle uyumlu ve ona yakınlaşmayı sağlayacak olan değişiklikler yaşama şansı bulacaktır ve ortak refaha faydası olacaktır.



Anarşist düşünür tarafından izlenen yönteme gelince, ütopistler tarafından izlenenden tamamı ile farklıdır. Anarşist düşünür, kendi görüşüne göre insanlığın en büyük mutluluğunu gerçekleştirmenin en iyi koşullarını oluştururken, (”doğal haklar”, Devletin görevleri” ve benzeri) metafiziksel kavramlara başvurmaz. Aksine anarşist düşünür modern evrim felsefesinin yolunu takip eder. Şimdiki ve geçmişteki insan toplumlarını inceler; ve ne bir bütün olarak ne de ayrı ayrı bireyler olarak, onlara sahip olmadıkları üstün nitelikler atfetmeden; toplumu, bireylerin arzularıyla türlerin refahı için [gerekli] işbirliğini en iyi şekilde biraraya getirmenin [uyumlandırmanın] yollarını bulmaya çalışan organizmaların bir bütünü olarak değerlendirir. [Anarşist düşünür] toplumu inceleyerek, [toplumun] geçmişteki ve bugünkü eğilimlerini, giderek çoğalan entelektüel ve ekonomik gereksinimlerini ortaya çıkarmaya çalışır; ve idealinde yanlızca evrimin hangi yönde gittiğine işaret eder. [Anarşist düşünür], insan bütünlerinin gerçek arzu ve eğilimleriyle, bu eğilimlerin gerçekleşmesini engelleyen kazaları (bilgi noksanlığı, göçler, savaşlar, fetihler) birbirinden ayırt eder. Ve çoğu kez bilinçsizce olsa da, tarihimiz boyunca [ortaya çıkan] en mühim iki eğilimin şunlar olduğu sonucuna varır: ilk olarak, en sonunda farklı bireylerin ortak üretim sürecindeki paylarını birbirinden ayırt etmenin imkansız hale geleceği, bütün zenginliklerin üretimi için [kullanılan] emeğin bütünleşmesine doğru olan eğilim; ve ikinci olarak, hem kendisi hem de genelde toplum için faydalı olan tüm amaçlarının ilerlemesinde bireyin azami özgürlüğüne [ulaşma] eğilimi. Böylece anarşistin ideali, evrimin bir sonraki aşaması olarak tasarladığı şeylerin basit bir toplaması [haline gelir]. Bu artık bir inanç sorunu değildir; bilimsel bir tartışmanın sorunudur.



Aslında, bu yüzyılın en önde gelen özelliklerinden birisi sosyalizmin büyümesi ve sosyalist görüşlerin emekçi sınıflar arasında hızla yayılmasıdır. Başka türlü nasıl olabilirdi ki? Sonuçta en umutlu [iyimser] beklentilerin ötesine geçen bir refah birikimine yol açan, üretim güçlerimizin benzersiz ani bir artışına şahitlik yaptık. Ama ücret sistemimiz nedeniyle, –bilim adamlarının, yöneticilerin ve emekçilerin ortak çabalarının sonucu olan– refahtaki bu artış; büyük kısmı emekçiler üzerine düşmek üzere, büyük bir çoğunluk için sefaleti ve tüm herkes için yaşama [hayatta kalma] belirsizliğini çoğaltırken, refahın ise daha önce eşi benzeri görülmemiş bir şekilde sermaye sahiplerinin ellerinde birikmesine yol açtı. Durmaksızın iş arayan niteliksiz işçiler, hiç işitilmemiş bir sefaletin eşiğinde bulunuyor. Ve sürekli ve kaçınılmaz olan endüstrideki dalgalanmalar ve sermayenin kaprisleri sonucunda, devamlı olarak kovulma tehdidi altında kalan en iyi ücretli zanaatkarlar ve nitelikli işçi emeği bile, niteliksiz bir dilencinin [muhtaç olan, sefalet içinde yaşayan, ing. pauper] koşullarına indirgendi.



İnsan emeğinin ürününü şatafatlı ve boş lüks şeyler için çarçur eden modern bir milyonerle, sefil ve güvenli olmayan bir varoluşa mahkum edilen bir dilenci arasındaki uçurum bizzat toplumun birliğini –[toplumsal] yaşamın uyumunu– parçalayacak ve onun ileriye doğru gelişme sürecini tehlikeye düşürecek şekilde giderek genişlemektedir.



Aynı zamanda, işçiler modern endüstrinin refah üretici gücünün, refah üretiminde emek tarafından oynanan rolün, kendi örgütlenme kapasitelerinin daha fazla farkına vardıkça, [işçiler] toplumun bu şekilde iki sınıfa bölünmesine sabırla katlanmaya giderek daha az meyilli oluyorlar. Toplulukta yer alan tüm sınıflar gibi, oransal olarak [işçiler de] kamusal işlere daha canlı bir katılım gösteriyorlar ve bilgi kitleler arasında yayılıyor, eşitliğe olan özlemleri giderek güçleniyor; ve yeniden toplumsal yapılanma talepleri daha sesli bir hale geliyor. Artık daha fazla gözardı edilemezler. İşçi ürettiği zenginlikten kendi payına düşeni istiyor; o üretimin idaresinden kendi payına düşeni istiyor; ve o yanlızca bir miktar ek refah [ing. well-being] istememekte, aynı zamanda bilim ve sanatın yüksek eğlencesinden de tüm haklarını talep etmektedir. Daha önce yanlızca toplumsal reformcular tarafından dile getirilen bu talepler, bugün artık fabrikalarda ve tarlalarda çalışan, gün ve gün büyüyen bir azınlık tarafından yapılmaktadır. Ve böylece bizzat ayrıcalıklı sınıfların kendi içinde gün ve gün artan bir destek bulan [bu talepler], adalet duygularına da uyum sağlar. Sosyalizm böylece ondokuzuncu yüzyılın düşüncesi haline gelir; ve ne baskı ne de sahte-reformlar onun büyümesini engelleyemez.



Siyasi hakların çalışan sınıflara da sağlanmasına tabii ki fazlasıyla iyileşme umudu bağlanmıştır. Ama ekonomik ilişkilerdeki ilgili [karşılık gelen] değişimlerle desteklenmeyen bu tavizlerin aldatmaca olduğu kanıtlanmıştır. Bunlar işçi insanların büyük bir kısmının maddi koşullarını iyileştirmemiştir. Bu nedenle sosyalizmin düsturu [şudur]: “Siyasi özgürlüğün yegane güvenilir temeli olması nedeniyle ekonomik özgürlük”. Ve bugünkü ücret sistemi tüm kötü sonuçlarıyla birlikte değiştirilmeden kaldıkça, sosyalist düstur işçi insanlara esin kaynağı olmaya devam edecektir. Sosyalizm programını gerçekleştirene kadar büyümeye devam edecektir.



Ekonomik meselelerdeki bu büyük düşünce hareketinin hemen yanıbaşında; siyasi haklar, siyasi örgütlenme ve hükümet fonksiyonları bağlamlarında da benzer bir hareket sürmektedir. Hükümet, sermayenin [karşılaştığı] aynı eleştirilere maruz kalmıştır. Radikallerin büyük bir kısmı evrensel oy kullanma hakkını ve cumhuriyetçi kurumları siyasi aklın [ing. wisdom] en son sözü [ulaşacağı hedef] olarak görürken, pek azınca daha ileriye adım atılmıştır. Bizzat hükümetin işlevleri ve Devlet, aynen bireyle olan ilişkileri gibi daha keskin ve derin bir eleştiriye maruz kalmıştır. Geniş bir alanda denenmiş temsili hükümetin kusurları giderek daha fazla göze batmaktadır. Bu kusurların sadece birer rastlantı olmadığı, aksine sisteme içkin oldukları [sistemden kaynaklandıkları] giderek daha belirginleşmiştir. Parlamentonun ve onun icrasını yürüten kişilerin topluluğun sayısız işlerini halletmeyi becermekte, ve Devlet’in farklı unsurlarının çeşitli ve sıklıkla da birbirine zıt çıkarlarını uzlaştırmakta kifayetsiz [yetersiz] olduğu ispatlanmıştır. Seçimin ulusu temsil edebilecek ve haklarında kanuni düzenlemeler [yasalar] yapmak zorunda oldukları işleri idare edebilecek –parti ruhundan daha farklı [bir şekildeki]– kişileri bulup ortaya çıkaramadığı kanıtlanmıştır. Bu kusurlar o kadar çarpıcı bir hale gelmiştir ki, bizzat temsili sistem ilkelerinin kendileri eleştirilmiş ve adilliklerinden kuşkuya düşülmüştür.



Ve yine, bireyler arasındaki ekonomik ilişkilerin kapladığı uçsuz bucaksız alanı idare etmekte [hükümete] duydukları güven nedeniyle sosyalistler öne çıkarak hükümetin güçlerinin daha da arttırılmasını talep ettiklerinde, merkezi hükümetin tehlikeleri daha da dikkat çeker bir hale gelir. Burada sorulan soru, endüstri ve ticaretin idaresinde güven duyulan hükümetin hürriyet ve barış için devamlı bir tehlike olup olmayacağıdır, ve hatta onun iyi bir yönetici olup olamayacağıdır?



Bu yüzyılın ilk başlarında [yaşayan] sosyalistler bu sorunun [yarattığı] devasa güçlükleri tam anlamıyla kavrayamadılar. Ekonomik reformların bir gereği olarak kabullenmeye ikna olmuş bir halde, pekçoğu birey için özgürlük gereksinimini dikkate almadılar. Ve sosyalist anlamda reformları elde etmek maksadıyla, toplumu herhangi bir türdeki teokrasiye veya diktatörlüğe teslim etmeye hazır toplumsal reformcularımız var. Bu nedenle Britanya’da ve Anakıta’da [Avrupa'da] ilerici fikirlere sahip insanların siyasi radikaller ve sosyalistler olarak bölündüklerini gördük –birinciler bu ikincilere şüpheyle bakarlar; çünkü onları [sosyalistleri] uygar ulusların uzun mücadeleler sonucunda kazandıkları siyasi hürriyetler için birer tehlike görürler. Ve hatta tüm Avrupa’daki sosyalistlerin siyasi partilere dönüşüp, demokratik inançlarını beyan ettiklerinde bugün bile; refahın üretimi ve dağıtımı da dahil olmak üzere bütün toplumsal örgütlenmenin yönetiminin hükümete emanet edilmesi halinde, en tarafsız insanlar arasında bile –aynen otokrasinin herhangi bir biçiminde olduğu gibi– hürriyete karşı en büyük tehlike olacak Volksstaat veya “halk Devleti”ne dair oluşan korkular mevcutiyetini devam ettiriyor.



Ama son gelişmeler, bireyi Devlet’in kölesi rolüne indirgemeden, daha yüksek bir toplumsal örgütlenme biçiminin gerekliliğini ve olasıliğını gösteren yolu hazırlamıştır. Hükümetin kökenleri dikkatlice araştırılmış, ve onun tüm kutsal veya “toplumsal sözleşme” türevi gibi metafizik kavramları bir kenara bırakılmıştır; öyle gözüküyor ki, görece modern kökenli bir şeydir, ve çağlar boyunca toplumun artan bir şekilde ayrıcalıklı ve ayrıcalıksız sınıflara bölünmesine tamamen oransal olarak onun güçleri de çoğalmıştır. Yine temsili hükümet gerçek değerine –yani özgür bir siyasi örgütlenme idealine değil, otokrasiye karşı mücadeleye hizmet eden bir araca– indirgenmiştir. Devleti ilerlemenin önderi olarak kabul eden felsefe sistemi ise, Devlet’in müdehaleleriyle sınırlandırılmadıkça ilerlemenin azami derecede etkili olduğu daha belirgin hale geldikçe giderek daha fazla sarsılmaktadır. Böylece toplumsal yaşamdaki ileriye doğru gelişmelerin gücün ve düzenleme fonksiyonlarının hükümet edici yapının ellerinde daha fazla yoğunlaşması yönünde değil, aksine hem alansal hem de işlevsel merkezsizleşme [ing. decentralization] –hem faaliyetin alanı, hem de işlevlerinin tabiatına [özelliğine] göre kamu işlevlerinin kendi içinde bölünmesi– yönünde yattığı belirgin hale geldi; [yani] halihazırda hükümetin işlevleri olarak kabul edilen bütün işlevlerin özgürce oluşturulmuş grupların inisiyatifine terk edilmesi.



Bu düşünce akımı ifadesini sadece edebiyatta değil, sınırlı olmak üzere yaşamda da bulmuştur. Paris Komün ve akabinde –tarihsel ilginin oldukça üstünkörü geçiştiirdiği bir hareket olan– Cartagena Komünü tarihte yeni bir sayfa açmışlardır. Eğer biz bu hareketi sadece kendi içinde incelemeyip, komünal devrim sırasında kendini dışa vuran eğilimleri ve akıllarda geriye bıraktıklarını incelersek; gelecekte toplumsal gelişimlerinde daha ileri [düzeyde] olan insan yığınlarının bağımsız bir hayat başlatmaya çalışacaklarının; onların kendi görüşlerini yasa ve güç aracılığıyla empoze etmek veya kendilerini daima bir alaledelik-kuralı [ing. mediocracy-rule] demek olan çoğunluk-kuralına tabii kılmak yerine, ulusun daha geriye doğru olan sapaklarına [ing. more backward pares of nation] döndürmeye gayret edeceklerinin belirtilerini görebiliriz. Aynı zamanda, Komün’de [uygulanan] temsili hükümetin başarısızlığı, kendinden yönetimin [ing. self-government] ve kendinden idarenin [ing. self-administration] basitçe alansal bir anlamın ötesine geçirilmesinin gerektiğini göstermiştir. Etkili olabilmeleri için özgür topluluk içindeki yaşamın çeşitli işlevlerine de uygulanmaları gerekir. Hükümetin –aynen bir ulusta olduğu gibi bir şehirde de kusurlu olan temsili hükümetin– faaliyetlerinin sadece alansal olarak kısıtlanması işe yaramayacaktır. Yaşam bize hükümetsizlik taraftarı olan ve anarşist düşünceye yeni itkiler sağlayan işaretler sunmaktadır.



Anarşistler yukarıda bahsedilen ekonomik ve siyasi özgürlüğe doğru olan eğilimlerin her ikisinin de adilliğinin farkındadırlar, ve [bu ikisinin] tarihde bahsedilen mücadelelerin asıl özünü oluşturan eşitlik gereksiniminin bizzat kendisinin iki farklı görünümü [ifade bulması, ing. manifestation] olduğunun da farkındadırlar. Bu nedenle, sosyalistlerle ortak olarak anarşistler siyasi reformculara şöyle derler: “Toplum birbirine düşman iki sınıfa bölünmüş oldukça, ve ekonomik olarak emekçiler patronunun kölesi oldukça; siyasi eşitlik bağlamında hiçbir önemli reform yapılamaz ve hükümetin gücü kısıtlanamaz.” Ancak devlet[çi] sosyalistlere de şunu diyoruz: “Eş zamanlı olarak siyasi örgütlenmeyi kökten değiştirmedikçe, mülkiyetin varolan koşullarını değiştiremezsiniz. Hükümetin güçlerini kısıtlamalısınız ve parlamenter yönetimi reddetmelisiniz. Yaşamın her yeni ekonomik aşamasına yeni bir siyasi aşama karşılık gelir: mutlak monarşi serflik sistemine karşılık gelir. Temsili hükümet sermayenin yönetimine karşılık gelir. Ancak bunların her ikisi de sınıf yönetimidir. Ancak kapitalistlerle emekçiler arasındaki ayrımın ortadan kalktığı bir toplumda, bu tip bir hükümete gerek kalmayacaktır; bu [böyle bir hükümetin var olması] tarihsel bir hata, belalı bir şey olacaktır. Özgür işçilerin özgür örgütlere ihtiyacı olacaktır; ve bu da bireyin özerkliğini Devlet’in kapsayıcı müdahalesine kurban etmeden, özgür anlaşma ve özgür işbirliğinden başka bir temele sahip olamaz. Kapitalistin olmadığı bir sistem hükümetin olmadığı bir sistem demektir.”

İnsan, Aile ve Kültür

Bu çalışmada genel olarak sosyo kültürel yapı ve süreçlerle ekonomik ve teknolojik yapı süreçlerin arasındaki dinamik ilişkinin nasıl olduğu açıklanmaya çalışılacaktır. Bunu yaparken psikolojinin konuya bakış açısı değerlendirilecek ve yapılan kültürler arası çalışmaların sonuçları değerlendirilecektir.

Bu değerlendirme ve araştırma sonuçlarına bakılarak şu sorulara cevap bulunmaya çalışılacaktır:

-Temel psikolojik yapı ve süreçlerin hangileri evrenseldir hangileri kültüre bağımlıdır?

-Ekonomik değişimler özellikle endüstrileşme birey düzeyinde belirli bir psikolojik yapıyı mı zorunlu kılar yoksa gelişme insan ilişkileri örüntüleriyle bağdaşabilir mi?

-Türkiye ve Türkiye gibi toplumlarda ‘Psikolojik Modernleşme Kuramı’ ne kadar geçerlidir?Özellikle gelişme zorunlu olarak batıdaki insan aile ilişkilerine doğru bir değişmeyi mi içerir?

-Ekonomik gelişmeyle toplulukçuluk ve bireysel özerklik bağdaşabilir mi? Daha geniş açıdan topluma bağlılık kültürü ile bireyci özerk yaşam kültürü bir senteze ulaşabilir mi?

Bilindiği gibi gelişmekte olan ülkelerin gündeminde gelişme vardır. Burada gelişmelerin nasıl olacağı politik ve ideolojık tartışmaların temelini oluşturmaktadır. Konu ya ekonomik politik ve teknolojik açıdan yaklaşılmaktadır. Ancak makro düzeydeki gelişmenin temelinde mikro düzeydeki insan olgusu vardır. Toplumun değişimi insanın değişimi demektir.

İşte burada nasıl bir değişme sorusunun getirdiği tartışma uygulamaya yönelik bir sorun oluşturmaktadır. Değişmenin ne yönde olacağı,batı modelinin benimseneceği,nasıl bir eğitim verileceği,neyin değiştirilip neyin muhafaza edileceği gibi sorular çok tartışılmaktadır. Bu soruların birleştikleri nokta ise “nasıl bir insan modeli” sorusudur. Bu soruların cevabı verilirken kültürel psikoloji bakış açısı kullanılacaktır. Kültürler arası psikoloji yaklaşımı sosyal değişme çerçevesinde insan unsurunu daha iyi anlama ve böylece insan düzeyinde gelişmelere yön verebilecek kuramsal uygulamalı çözümlemeleri oluşturmak için gerekli bilimsel ipuçlarını sağlayabilir.Bu çalışmada genel olarak sosyo kültürel yapı ve süreçlerle ekonomik ve teknolojik yapı süreçlerin arasındaki dinamik ilişkinin nasıl olduğu açıklanmaya çalışılacaktır. Bunu yaparken psikolojinin konuya bakış açısı değerlendirilecek ve yapılan kültürler arası çalışmaların sonuçları değerlendirilecektir.


Bu değerlendirme ve araştırma sonuçlarına bakılarak şu sorulara cevap bulunmaya çalışılacaktır:

-Temel psikolojik yapı ve süreçlerin hangileri evrenseldir hangileri kültüre bağımlıdır?

-Ekonomik değişimler özellikle endüstrileşme birey düzeyinde belirli bir psikolojik yapıyı mı zorunlu kılar yoksa gelişme insan ilişkileri örüntüleriyle bağdaşabilir mi?

-Türkiye ve Türkiye gibi toplumlarda ‘Psikolojik Modernleşme Kuramı’ ne kadar geçerlidir?Özellikle gelişme zorunlu olarak batıdaki insan aile ilişkilerine doğru bir değişmeyi mi içerir?

-Ekonomik gelişmeyle toplulukçuluk ve bireysel özerklik bağdaşabilir mi? Daha geniş açıdan topluma bağlılık kültürü ile bireyci özerk yaşam kültürü bir senteze ulaşabilir mi?

Bilindiği gibi gelişmekte olan ülkelerin gündeminde gelişme vardır. Burada gelişmelerin nasıl olacağı politik ve ideolojık tartışmaların temelini oluşturmaktadır. Konu ya ekonomik politik ve teknolojik açıdan yaklaşılmaktadır. Ancak makro düzeydeki gelişmenin temelinde mikro düzeydeki insan olgusu vardır. Toplumun değişimi insanın değişimi demektir.

İşte burada nasıl bir değişme sorusunun getirdiği tartışma uygulamaya yönelik bir sorun oluşturmaktadır. Değişmenin ne yönde olacağı,batı modelinin benimseneceği,nasıl bir eğitim verileceği,neyin değiştirilip neyin muhafaza edileceği gibi sorular çok tartışılmaktadır. Bu soruların birleştikleri nokta ise “nasıl bir insan modeli” sorusudur. Bu soruların cevabı verilirken kültürel psikoloji bakış açısı kullanılacaktır. Kültürler arası psikoloji yaklaşımı sosyal değişme çerçevesinde insan unsurunu daha iyi anlama ve böylece insan düzeyinde gelişmelere yön verebilecek kuramsal uygulamalı çözümlemeleri oluşturmak için gerekli bilimsel ipuçlarını sağlayabilir.



PSİKOLOJİ VE KÜLTÜR



Kültürel psikoloji insan toplum kültür ilişkilerinin ve bunlarda ki değişmeleri kapsamaktadır.Geleneksel psikoloji ise genelde davranışı kültürel bağlamdan soyutlayarak inceler. Çünkü temel amacı davranışın evrensel boyutlarını ve kurallarını bulmaktır. Bu amaca yönelik olarak ta davranışta ortak yanların üzerinde durmuştur. Bu yaklaşım psikoloji biliminin sınırlarını belirlemiş ve onu basit davranışsal konular olan şartlanma ve öğrenme, duyum ve algılama, kavrama ve bellek düzlemine indirgemiştir.

Kültürler arası psikolojide ise son yıllarda ortaya çıkan iki zıt eğilim vardır.bu eğilimler yerel psikolojilere yönelme ve evrenselciliğe yönelmedir. Birincisinde emik yaklaşım,ikincisinde etik yaklaşım kullanılmaktadır. Emik yaklaşım her kültürün psikolojik süreçlerinin farklı ve kendine özgü olduğu görüşüdür. Etik yaklaşım ise psikolojik süreçlerin farklı kültürlerde de ortak olabileceği görüşüdür.

Emik yaklaşımın bir sakıncası bir kültürde görülüp adlandırılmış olan fakat bir diğerinde görülmeyen bir davranışın görüldüğü kültüre özgü kabul etmektir. Oysa bu davranışın bir üçüncü kültürde görülebilmesi her zaman mümkündür.

Burada yerel psikoloji ve evrensel psikoloji birbirine zıt iki akım gibi görülmektedir. Ancak bu iki akım kuramsal çerçevede birbirini tamamlar. Çünkü psikolojide gerçek evrensel kurama ulaşabilmek için yerel bilgi gerekir. Farklı yerel davranış kalıpları arasında benzerlikler buldukça evrensel geçerliliği olan olgulara yaklaşmaya başlarız. Öyleyse yerel bilgi oluşumu evrensel bilginin aranmasında gerekli ve önemli bir basamak yada evredir.



SOSYALLEŞME



Sosyalleşme kavramı insanın gelişiminde önemli bir faktördür. Sosyalleşme yapısında karmaşıklığı içeren, toplumsal anlamda başarılı bireylerin yetişmesi süreci demektir. Ayrıca sosyalleşme hem istemli bir sosyalleşmeyi,hem de istem dışı bir süreç olan kültürleşmeyi içerir. Bu kültürün öğrenilmesi ve insanın sosyal bir varlık olma sürecinin tamamıdır. Burada birey tüm çevresini kapsayan ve bireyin çevresi ile olan dinamik etkileşimini göz önüne alan bağlamsal yaklaşımlar insan gerçeğine çok daha uygun olur.

Sosyalleşme bireysel ve toplumsal öğelerin karşılıklı etkileşimini içerir. O halde hiçbir sosyalleşme kuramı bunlardan yalnızca birinin üzerine kurulamaz. Ancak insan gelişimini inceleyen psikolojik kuramlar konunun bireysel yönünü,sosyolojik sosyalleşme kuramları ise konunun toplumsal yönünü ön plana çıkarmışlardır. Ancak son zamanlarda her iki disiplininde bir diğerinin geliştirdiği kuramları tanıması ve kuramlarını içine alması iki disiplinin birbirine yaklaştığını göstermektedir.

Burada insanın gelişimini inceleyen psikolojik kuramların kullandığı bazı temel kişi çevre ilişkisi modellerinden karmaşık bir süreç olan sosyalleşmeyi ne kadar açıklayabildikleri konusunda kısaca söz edebiliriz.



1-Mekanizmik Model

Bu model insan gelişimini çevresel uyarıcılara verilen tepkiler toplamı olarak görür. Klasik öğrenme kuramı bu mekanik yaklaşımı benimsemiştir.



2 Organizmik Model

Bu modele göre insan gelişiminin olgunlaşmaya bağlı nedenleri çevresel nedenlerden önde gelir. Bu modelde birbirini izleyen gelişme aşamaları belirlenmiş ve bu aşamaların giderek potansiyel olarak varolan insandaki gelişmenin son aşamasına ulaşacağı varsayılmıştır. Piaget’in bilişsel gelişim kuramı bu modeli benimsenmiştir.



3-Sistem Modeli

Gelişimi yada değişimi bir sistem yada sistemler arasında incelemekte yönelik bir yaklaşımdır. Bu görüşe göre insan gelişimi psikolojik ve sosyal sistemlerin iç içe geçişinin bir sonucudur. Bu model de insan gelişiminin belirli bir sonu yoktur. Psikolojideki ekolojik kuram ve sosyolojideki sosyal sistem kuramları bu yaklaşımı paylaşmaktadır.



4-Bağlamsal Model

Bu model insan gelişimini bireyle çevre arasında süre gelen yaşan boyu bir etkileşim olarak kabul eder ve sembolik etkileşimcilikte yeni toplumsal yapı kuramlarına kadar bir çok sosyolojik kurama genel bir çerçeve oluşur. Bağlamsal modele göre birey sosyal çevresi ile sürekli alış veriş içindedir. Bu dinamik süreçte birey etkin olarak ortamları seçer ve bu ortamlarda onun davranışını belirler.



Kişi-çevre ilişkisi ile ilgili bazı modellerin bu özetleri genelde modellerin hepsinin en azından bir dereceye kadar sosyalleşme sürecini açıklaya bileceklerini göstermektedir. Modellerden bazıları özellikle Organizmik model bu iş için pek uygun olmamakla beraber her biri bu karmaşık süreci anlamakta yararlı olabilecek öğeleri içermektedir.



AİLE ÇEŞİTLİLİĞİNE NEDEN OLAN ETKENLER



Aile çeşitliliğine neden olan etkenler üç kısımda incelenebilir Bunlar;

1-Ana –Babaların inanç ve değerleri

2-Aile etkileşimi

3-Sosyal sınıf ve aile tipidir.

Ana babaların çocuklar ve aile ile ilgili temel inanç ve değerleri, kendileri ve rolleri nasıl algıladıkları, aile süreçlerinin ve çocuğun sosyalleşmesinin anlam kazandığı temel bağlamı oluşturur.

Ana-Babaların kendi rollerini nasıl algıladığı ve bu rollere bağlı değerler sosyalleşme sürecinin önemli yönlerini oluşturmaktadır.Örneğin Japon ve Amerikalı annelerin karşılaştırıldığı bir araştırmada annelik rolünün tanımı ve tanımın içerdiği sorumluluklarda zamanla ilgili farklılıklara rastlanmıştır.Amerikalı anneler çocukları ergenlik dönemine gelinceye kadar kısa bir annelik dönemi benimsiyorlar. Baba soyunun devamı ile ilgili herhangi bir sorumluluk almaksızın yalnızca çocuğun bakımı ve çocuğu sevme gibi sorumluluklar yükleniyorlar. Japon anneler için ise annelik yaşam boyu süren bir roldür. Çocuk yetiştirmede de baba soyunun devamlılığı içinde ve babasının ait olduğu iş çevresinin beklentileri doğrultusunda çocuğun saygılı işbirliğini ve başarıya yönelik olarak büyümesinin sorumluluğunu yükleniyorlar.

Ana-Baba ların çocuk yetiştirmedeki değerleri aile içindeki etkileşimi etkilemektedir. Yerleşik tarımsal yaşam biçimi olan yerlerde çocuklarda uyma ve itaat davranışlarını geliştirecek aile içi etkileşim vardır. Böyle sıkı toplumlarda alana bağlı bireyler oluşmaktadır. Kentsel yaşam bölgelerinde ise çocuğun sosyalleşmesinde daha çok bireysel özgürlük gelişmektedir.

Kentsel bölgelerde sosyal sınıfta görülen değişikliklerde aile yapısını etkiler, Ekonomik yönden gelişmemiş kenar mahallelerde görülen aile yapısı gelişmiş bölgelerdeki aile yapısından farklıdır.

Görülen bu tür farklılıkların nedeni çocuklardan beklenen bağımlı veya özerk olmaları beklentileridir. Bu beklentiler aile bireylerinin ne dereceye kadar birbirine bağlı veya bağımsız oldukları ile ilintilidir. Bu beklentiler ailenin sosyo ekonomik yapısı,yerleşim yeri, etnik farklılıklar gibi faktörlere bağlı olarak değişmektedir.



ÇOCUK YETİŞTİRME



Türkiye’de ve başka toplumlarda yapılan araştırmalar gösteriyor ki düşük gelirli kentsel ve yarı kentsel bölgelerde ve özellikle köylerde çocuğun zihinsel gelişmesini ve dil gelişimini destekleyebilecek çevresel uyaranlar ile neden sonuç ilişkilerine dayanan açıklamalı ussal sözlü tartışma ortamı ve iletişim çok yetersizdir. Bu durum bir dereceye kadar düşük gelirli ana babaların az okumuş olmaları nedeni ile sınırlı sözcük dağarcığına sahip olmaları ve bu nedenle sözlü tartışmaya pek girmemeleri yüzündendir. bir başka nedende çocukların genelde okul yaşından önce evde de eğitilebildiklerinin bilinmemesidir.

Bu tür çocuk yetiştirme eğilimlerinin çocuğun konuşma ve kavrama gelişimini olumsuz yönde etkilemesi olasıdır. Bazı araştırmalar gerçektende çocuğun zihinsel performansında kırsal,kentsel ve sosyo ekonomik statü konumlarına dayanan önemli farklılıklara dikkat çekmiştir.

Çocuk ta büyüdüğü çevreye bağlı olarak dışsal veya içsel denetim gelişir. Çocuktan beklenen itaat ve bağımlılıkla paralel olarak çocuk özellikle babasının mutlak otoritesi altında büyür. Genellikle çocuktan beklenen bağımsız karar verebilme ve davranış değil ana babaya itaat etmesidir. Bu da çocuğun kendi kendini denetlemesine yani içsel denetime engel olur. Bu şekilde çocuk sürekli dişardan denetlenir. Öte yandan çocuğu ikna etmek, onun kendi davranışlarının sonuçlarını anlamasını sağlamak gibi sözel disiplin yöntemlerinin ise içsel denetimin gelişmesine yardımcı olduğu saptanmıştır.

Türkiye’de yapılan gözlemlerde çocukla konuşarak onu ikna etmek, çocuğa doğruyu yanlışı anlatmak, az sayıda ana babanın baş vurduğu bir yoldur. Çocuk yetiştirmede ortaya çıkan bu sorunlar daha çok düşük sosyo ekonomik düzeyin yarattığı koşullardan kaynaklanır. Türkiye de ki çocuk yetiştirme yöntemlerindeki değişmeler kırdan kente göç ile ve kentte alt sosyo ekonomik düzeyden orta sosyo ekonomik düzeye hareketlilikle ortaya çıkmaktadır.



ÇOCUĞUN DEĞERİ ARAŞTIRMASI



1970’lerin ortasında Endonezya, Federal Almanya , Filipinler , Kore , Singapur , Tayvan , Tayland , Türkiye ve ABD’de gerçekleştirilen “çocuğun değeri araştırması” nda toplam 20000 kişi ile etraflı mülakatlar yapılmıştır. Bu araştırma ana-babaların çocuğa yükledikleri değeri ortaya çıkarmak amacındaydı. Burada iki temel değer ortaya çıkmıştır. Bunlar çocuğun ekonomik ve psikolojik değerleridir. Ekonomik değer çocuğun küçükken ve büyüdüğünde ailesine maddi katkıda bulunmasına ve özelliklede ana babası için bir yaşlılık kaynağı oluşturmasını içeriyordu.Çocuklara yüklenen değerler ve onlardan istenenler aslında ailenin ne şekilde işlediğini yansıtır. Çocuğa ekonomik değerlerin yüklendiği yerlerde çocuğun aileye maddi katkısı gerçektende önemlidir.

Araştırmada Amerikalılar ve Almanların cevapları diğer ülkelerin cevaplarıyla çatışmaktadır. Amerika ve Almanlar çocuktan yaşlılıkta yardım beklemekle ilgili soruları tepki ile karşılamış ve herhangi birine özellikle çocuklarına bağımlı olmayı reddetmişlerdir. Bunun tersini Türkiye deki cevaplayıcılar çocuklarını kendilerine bağlı olmaları gerektiğinin sorulmasını bile garip karşılamışlardır.” Elbette hayırlı bir evlat hiçbir zaman ana-babasını yüz üstü bırakmaz”gibi cevaplara rastlanmıştır.

Singapur ve Kore gibi hızlı ekonomik gelişme sürecinde doğurganlığın azaldığı toplumlar ise bu iki uç noktanın arasındaydı. Ülkeler arasında ki farklar kabaca genel gelişmişlik düzeyine paraleldir. Ekonomik gelişmenin düşük olduğu ve sosyal refah kurumlarının yaygın olmadığı yerlerde sosyal güvenlik ve yaşlılıkta bakım aileler ve özelliklede yetişkin evlatlar tarafından gerçekleştirilmektedir. Bunun tersi bir durum ise ekonomik gelişmenin yüksek olduğu ortamlarda görülmektedir. Bu ortamlarda yaşlılık sigortası,huzur evleri gibi kurumlar yaygındır.

Aynı ülke içindeki farklılıklar sosyo ekonomik gelişme bakımından kültürler arası farklılıklarla aynı doğrultuda olur. Örneğin Türkiye’de oturulan bölgenin gelişmişlik düzeyi arttıkça çocuğun yaşlılık güvencesi değerinin önemi azalmaktadır. Çocuğun faydacı değerleri sosyo ekonomik gelişmeye ve eğitime bağlı olarak azalmaktadır. Çocuğun yaşlılık güvencesi değeri küçük esnaf ve sanatkarlar için en fazla, ücretli çalışanlar için daha düşük, beyaz yakalılar için ise en düşük düzeydedir. Çalışılan işin yaşlılık güvencesi sagladığı durumlarda çocuğun bu gereksinimi karşılamasının önemi azalmaktadır.

Çocuğun ekonomik değerinin çocuk sayısı ile ilgili olmasına karşın psikolojik değerinin bununla ilgisi yoktur. Çünkü maddi katkıları birbirine eklenebilir fakat sevgi, gurur gibi çocuğun psikolojik değerleri aynı şekilde biriken değerler değildir. Sosyo ekonomik değişme ile çocuğun ekonomik değeri azalmakta ve bu değerin azalması doğurganlığın da azalmasına neden olmaktadır. Diğer taraftan çocuğun psikolojik değeri ekonomik gelişme ile değişmemekte hatta artabilmektedir.. Fakat bu değerin çocuk sayısı ile ilgisi olmadığından doğurganlığa yol açmamaktadır. Öyleyse ekonomik gelişme ile birlikte doğurganlığın, erkek çocuk tercihinin, çocuklardan maddi katkı beklentilerinin azıldığı ve kadını statüsünün arttığı bir örüntünün ortaya çıktığı söylenebilir.

Kentleşme ve ekonomik gelişme, zorunlu eğitim,çocuk iş yasaları ve tarımsal olmayan kentsel yaşam koşullarının etkisi ile çocuklar ailelerinin yaptıkları katkılardan çok daha pahalıya mal olmaktadırlar.

Ancak bu bulgulara dayanarak ekonomik gelişme sonucu ailede a,ayrışmanın kaçınılmaz olduğu yada geleneksel karşılıklı bağımlılıktan batı çekirdek ailesinin bağımsızlık modeline doğru bir geçiş olduğu çıkarsanamaz. Çünkü ailedeki karşılıklı bağımlılığın iki farklı boyutu maddi ve duygusal boyutlar birbirinden ayrılmalıdır. Çocuğun değeri araştırmasının bulguları maddi bağımlılıklarla ilgilidir. Daha öncede belirttiğimiz gibi ailede duygusal bağımlılıklar , maddi bağımlılıklar ortadan kalksa da güçlü bir şekilde sürebilir.

Türkiye’de modern genç ve kentli gruplarla, geleneksel yaşlı ve kırsal grupların karşılaştırıldığı bir çalışmada maddi bağımlılıkların azalmasının duygusal bağımlılıklara yansımadığı görülmüştür. Bu araştırma akraba ilişkilerinin gelişmiş kentlerde ,köyden gelenlerde, orta sınıf ailelerde ve hata meslek sahipleri arasında önemli yaygın olduğunu göstermektedir. Yani akraba ilişkileri kentleşme ve sanayileşmeyle yok olmamıştır.

Çocuk yetiştirme değerleri , aile ilişkilerini ve bu ilişkilerdeki değişmeleri de yansıtır. Çocuktan itaat yada bağımsızlık ve kendine güven beklentileri çocuğun yaşlılık güvencesi değeri ile paralel olarak sistematik bir değişme gösterir.

İtaat daha düşük ekonomik gelişmişlik ortamlarında, bağımsızlık ise daha yüksek ekonomik gelişmişlik ortamlarında vurgulanmaktadır. Kore ve Singapur gibi yeni sanayileşmiş ülkelerde bağımsız bireyin vurgulanması dikkat çekicidir. Endonezya ve Filipinlerde daha az derecede olmak üzere Türkiye ve Tayland da ise çocuklardan bağımlı olmaları beklenmektedir. Bu bağımlılık , yaşlılıkta ana babaların yetişkin evlatlarına bağımlı olmaları şeklinde tersine döner. Bu durum ailede nesiller arası bağımlılığa örnektir.

Ailede maddi karşılıklı bağımlılık bağlamında büyüyen çocuğun bağımsız olması hiçte işlevsel olmayıp aksine ailenin geçişi için bir tehdit sayılabilir. Çünkü bağımsız bir çocuk ailesinden çok kendi çıkarlarını ön planda tutabilir. Çocukların sahip olmaları beklenilen nitelikler ile, o,onlardan gelebilecek kötü beklentiler böylece birbirine uymakta ve genel bir nesiller arası aile etkileşimi kalıbı oluşturmaktadır. Öyleyse sosyalleşme değerleri ekonomik gelişmeye bağlıdır ve aile etkileşim örüntülerini etkiler.

Maddi karşılıklı bağımlılıktan duygusal karşılıklı bağımlılığa ve çocuğun ekonomik değerinden psikolojik değerine geçişle birlikte çocuk yetiştirme yöntemlerinde bazı değişikliklerin olması beklenir. Çocuğun aileye maddi katkısının gerekmediği ve bağımsız olması aile içi bir tehdit oluşturmadığı durumlarda çocuğun sosyalleşmesinde özerkliğe de yer verilebilir. Fakat özerklik bu kez duygusal bağımlılığı sarsabileceğinden, çocuğun aileden tümüyle kopmasını önlemek için sınırlı olacaktır. Böylece sosyalleşme değerleri ve ana-baba çocuk ilişkileri hem denetimi hem de özerkliği içerecektir.



BİR AİLE DEĞİŞİMİ MODELİ



Anlattığımız araştırma bulguları, kavramsal tartışmalar ve çocuğun değeri araştırması farklı kültürlerin aile ve sosyalleşme kalıplarıyla ilgili bazı ayırıcı özellileri belirlemiştir. Ayrıca bu özellikler zaman içerisinde ekonomik gelişme ile değişebilecek öğeleride içerir. Bu araştırma ve tartışma sonuçlarına dayanarak üç farklı kalıbı içeren genel bir aile değişimi modeli öneriliyor. Bu zaman ve mekan içerisinde değişmeyi açıklayan bağlamsal bir modeldir.

Bu üç kalıbın aile yapıları birbirinden farklıdır. Bu kalıpları X,Y ve Z kalıpları olarak isimlendireceğiz. Y kalıbının diğer iki kalıpla ortak özellikleri vardır. X ve Z kalıpları ise birbiriyle çakışmazlar.Yapısal özellikler,ailenin işleyişinde temel oluşturan ve ekonomik gelişme ile değişim gösteren özelliklerdir.

Her kalıptaki aile sistemi etkileşim halindeki iki alt sistemi içerir. Bunlar sosyalleşme değerleri ve aile etkileşimidir. Sosyalleşme değerleri birey-grup,bağımlılık-bağımsızlık boyutları ve çocuğun psikolojik-ekonomik değeri bakımından farklılıklar gösterir. Ailede ve kişiler arasındaki ilişkilerde karşılıklı bağımlılık-bağımsızlık ile ilişkisel ayrık benlik, tüm sistemin son ürünü olarak görülebilir.

Şimdi bu üç kalıbı tek tek inceleyelim.



X AİLE KALIBI



Bu kalıp özellikle kırsal kesimde tarımla uğraşan ata erkil aile yapısına sahip geleneksel toplumlarda ve genelliklede gelişmekte olan ülkelerin az gelişmiş bölgelerinde yaygındır. İşlevsel geniş ailenin yaygın olduğu çok sık rastlanan bir örüntü X kalıbını oluşturur. Bu tip aileler birinci tip akrabaları ve özelliklede ana – babaları ile de yakın bir ilişki içerisindedirler. Ata soylu bağlara verilen önem nedeni ile aileye dışarıdan katılan kadının statüsü düşüktür.

X aile kalıbında çocuğun ekonomik değeri yönü yüksektir. Bu nedenle erkek çocuk isteme oranı ve doğurganlık oranı yüksektir. Çocuk yetiştirme sıkı ana-baba denetimi ve itaat yaklaşımı içinde olur.



Y AİLE KALIBI



Bu kalıp X kalıbından belirgin bir şekilde ayrılmakla beraber aile etkileşimi açısından bazı temel özellikleri paylaşır. Burada yaşam koşulları farklıdır. Bunlar ekonomik gelişme ile endüstriyel yaşam biçimleridir. Aile yapısı çekirdek aile tipidir. Bununla beraber nesiller arası ve akraba ilişkileri aile yapısını işlevsel olarak karmaşık hale getirir. Kadınların eğitimli olması ve çalışmaları nedeni ile kadın statüsünde artma görülür.

Y kalıbı ve X kalıbı arasında aile sisteminde görülen en önemli fark kişiler arası ve aileler arası bağımlılıklardadır. Y kalıbında sadece duygusal bağımlılıklar söz konusudur. X kalıbında ise maddi bağımlılıklar daha ağır basmaktadır. Y kalıbında sosyalleşme değerlerinde duygusal bağımlılıklardan dolayı gruba bağlılıkta vurgulanır. Bununla beraber bireyciliğe ve özerkliğe de önem verilir.

Y kalıbında insanın temel gereksinimlerinden bir gruba bağlılık ve özerk olma ihtiyacının bir bileşimi vurgulanmaktadır. Bu kalıpta aile disiplininde serbestlikten çok kontrole önem verilirken, aile etkileşimi hem özerkliği hem de bağlılığı içerir. Sonuç olarak böyle bir aile sisteminde gelişen birey diğer bireylerle karşılıklı bağımlılığı kişiliği için tehdit edici bulmayan ilişkisel benlik geliştirir.



Z AİLE KALIBI



Bu kalıp endüstrileşmiş batı ailesi için ideal tipik bir kalıptır. Z kalıbı hem kişiler arası hem de aileler arası etkileşim düzeyinde ayrılık kültürünü ve bireyci töreyi yansıtır. Bununla beraber bu kalıp genel görünüşü ile X ve Y kalıplarından farklıdır. Batı nen bireyci töresi ve bundan kaynaklanan psikolojik kavramlaştırma bu kalıbı oluşturmuştur.

Burada ki birim, bireyselleşmiş çekirdek aile yapısıdır. Bu ailedeki duygusal ve maddi yatırımlar çocuğa yöneliktir. Ata soyluluğun öneminin azalmasıyla ve artan refahla birlikte doğurganlık düşmüş, erkek çocuk tercihi azalmış ve kadının statüsü yükselmiştir. Bu yükseliş eşler arasında eşitlikçi ilişkiyi ifade eder. Sosyalleşme değerleri ve aile etkileşimi bireyselleşmiş benliği oluşturur. Aile diğer ailelerden bağımsızdır, ana- baba nın çocuk üzerinde denetimi daha azdır,özerkliğe önem verilir.

Burada ifade edilen üç aile kalıbı kültürler arası çeşitliliği yansıtıcı bir roldedir. Model bu çeşitliliği anlamak için bir araç olarak görülebilir.

Burada önerilen değişim modeli modernleşme kuramının ön gördüğü gibi X kalıbından Z kalıbına doğru degilde Y kalıbına doğru olacağını ön görmektedir. Y kalıbı modernleşme kuramınca tanınmamakta,tanınsa bile sonuçta Z modeline dönüşecek bir geçiş aşaması olarak görülmektedir. Önerilen değişim modelinde Y kalıbı ekonomik gelişmenin sonucuna yeni bir seçenek olarak sunulmaktadır. Araştırmaların sonuçlarına göre Y kalıbı beraberlik kültürü özelliği taşıyan toplumlarda özellikle Japonya’da ve diğer sanayileşmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş bölgelerinde X kalıbına göre daha çok uymaktadır.

Y modeli içerdiği bireyci ve gruba bağlılık gibi çelişkili öğeler nedeni ile dengesiz sayılabilir. Bu nedenle de bir geçiş aşaması olduğu iddia edilebilir. Bu eleştiriye karşı iki sav ileri sürülebilir. Birincisi bu görüşte çelişkili öğelerin birbirlerini dışlayan kutuplar olmayıp birbirleriyle uyumlu olabilecekleridir. Bu öğeler aslında birbirlerini dışlamadıkları halde dışladıkları varsayılmış olabilir. Böyle bir varsayım ise bireyin ve grubun çıkarlarını birbirine karşıt olarak kabul eden batılı anlayıştan kaynaklanıyor olabilir.

İkinci olarak, Y kalıbı değişken ve uyumsuz bir durumdan çok temel bağlılık ve özerklik gereksinimlerinin bir sentezi yada bir bileşimi olarak görülebilir. Y kalıbı gerçekten bir sentez olarak kabul edildiğinde , genel kanının tersine Z kalıbından Y kalıbına bir geçiş olacağı tahmininde bulunulabilir.

Öngörülen değişim modeli özellikle özerklik ve bağlılık temel gereksinimlerine dayandırılmıştır. Bu nedenle bu gereksinmeleri birbiriyle en iyi bağdaştırabilen Y modeline doğru bir değişim öngörülmüştür.



MODELİN UYGULAMADAKİ SONUÇLARI



Dengesiz olarak düşünülen Y modeli uygulamada olumlu sonuçlar vermiştir. 1982-86 yılları arasında İstanbul da “Erken Destek Projesi” gerçekleştirildi. Bu proje, kentsel düşük gelirli ailelerde uygulanmış , ortamını ve çocuğun bütünsel gelişimini destekleyen kapsamlı bir çalışma olmuştur. Burada amaç, eğitim ve sürekli destek yoluyla annelerin kendilerine güvenlerini arttırmak ve çocuklarının özerklik, içsel denetim ve bilişsel gelişmelerini sağlamalarında onlara yardımcı olmaktı.

Annelerle yapılan ilk mülakatlar, onların çocuklarıyla yakın bağlar kurma gereksinimlerini ortaya çıkarmıştır. Çocuklarının hangi davranışının onları memnun ettiği sorulduğunda, çoğunlukla anneye iyi davranmak gibi anne çocuk ilişkisini vurgulayan yanıtlar alınmıştır. Sevgi gösterme, söz dinleme ve başkalarıyla iyi geçinme gibi yanıtlar tüm yanıtların %80 ini oluşturmaktadır. Öte yandan çocukta özerklik istenilen bir özellik olarak belirtilmemiş, hatta anneleri kızdıran bir davranış olarak tanımlanmıştır. Kabul edilemez davranışların yarısından çoğunu ise “kendi fikrinde ısrar etme” yada “söz dinlememe “ gibi özerklik belirten davranışlar oluşturmuştur. Yine bunlara paralel olarak annelerin , çocuklarının onlara bağımlı olmasından şikayetçi olma oranları son derece düşük bulunmuştur. İyi çocuk tanımına giren özellikler arasında da en çok “nazik olma”, “söz dinleme” sayılmış , bunlara karşılık “özerk olma” ve “kendi kendine yetme” gibi niteliklerin oranı önemsenmeyecek kadar az bulunmuştur.

Bu bulgular bağlılık kültürüne sahip başka toplumlarda bulunan ve Çocuğun Değeri Araştırmasının sonuçlarına da paraleldir.

Bu mülakatlardan sonra annelerin arasından seçilen bir kısmı çocukların gereksinimlerine daha duyarlı olabilmeleri için bir eğitim programına tabi tutuldular. Anne eğitiminde evde çocuklarının gelişimini destekleyebilmeleri için annelerin yeterlilik ve kendine güven duygusu içinde çocuklarına olumlu yönelişler geliştirmeleri teşvik edildi. Bu eğitim programı , annelere evlerinde ve diğer annelerle birlikte grup tartışmaları yoluyla uygulandı. Bu tartışmalarda zaten var olan çocuğa şefkat ve sevgi göstermek,yakın ve ilgili olmak gibi davranışlar pekiştirildi. Diğer yandan da annelere çocuğun özerkliğini geliştirecek yeni değerler verildi. Örneğin çocuğun kendi kendini karar verebilmesi ve bunun sorumluluğunu taşıması gerektiği üstünde duruldu. Bu yeni değerlerin var olan bağlılık kültürüyle uyumsuzluk göstermediği özellikle belirtildi.

Bu destek programından sonra,araştırmanın 4. yılında annelerin çocuk yetiştirme tutumları tekrar ölçüldü. Eğitime katılan annelerin, katılmayanlara oranla çocukta daha çok özerk davranışa önem verdikleri bulundu. Yine de her iki gruptaki annelerin büyük bölümü çocuklarının bağlılık ve yakınlık gösteren davranışlarına memnun olmayı sürdürdüler. Demek ki destek programından ötürü,anneler bağlılık kültüründen kopmadan daha özerk yaklaşıma yöneldiler, ve bireysellikle bağlılık değerlerinin bir sentezi elde edilmiş oldu.

Bu araştırmanın bulguları küçük bir ölçekte bireyci ve ilişkisel yönelimlerin kuramda olduğu kadar uygulamada da bağdaşabileceğini gösterdi. Bu da yetkili ve kontrollü çocuk yetiştirme tutumuna uyan ve iki temel insan gereksinimini (bağlılık ve özerklik) cevap verebilen Y aile kalıbının uygulaması olarak görülebilir.



SONUÇ



Buraya kadar değindiğimiz konularda vurgulanmak istenen ana nokta bireycilik ve toplulukçuluk kavramlarıdır. Bireycilik, bireyin yaşadığı çevreden bağımsız ve özerk davranışlara yönelmesini sağlar. Toplulukçuluk ise bireye bulunduğu,yaşadığı çevreye bağımlı davranışları kazandırır. Aslında bu iki kavramda insanın temel iki ihtiyacıdır. Fakat yaşanılan bölge koşulları ve yaşam standartları bu iki ihtiyacın birbirine baskınlık kurmasına neden olmuştur. Sanayileşmiş ve ekonomik gelişme sağlamış kentsel ortamlarda özerk ve bağımsız davranışlar önem kazanırken kırsak kesimde ve kentsel bölgelerin gelişmemiş kesimlerinde içinde bulunulan topluma bağlılık davranışları önem kazanmıştır.

Psikolojik Modernleşme Kuramına göre,modernleşme ile ve gelişen sosyo ekonomik yapı ile aile ve sosyalleşme değerlerindeki farklılıklar azalacak ve bu değişimin tek yönlü olup batı modeline doğru gideceği varsayılmaktadır. Bunun nedeni psikoloji biliminin Amerikalı ve Avrupalıların üzerine kurulu olmasıdır. Bu anlattığımız kültürler arası araştırmalar bu kuramı ciddi bir biçimde sarsmaktadır.

Avrupa ve Amerika’da yapılan araştırmalar özerklik kavramının sanayileşmeden öncede varolduğunu göstermektedir. Buna bağlı olarak batılı ailelerdeki özerklik kavramının ekonomik gelişme ile ortaya çıkmadığı, hatta özerklik kavramının daha öncede var olmasının batıda sanayileşmeyi kolaylaştırdığı düşünülebilir.

Bu noktada sanayileşmenin doğu toplumlarında sosyalleşme değerleriyle aile yapısının giderek batıda ki özerk aile yapısına dönüşeceği düşüncesi yanlıştır. Japonya’da yapılan araştırmalar bu düşünceyi desteklemektedir. Çünkü Japonya’daki sanayileşme toplumda tamamen özerk bireylerin oluşmasına neden olmamış ailede güçlü duygusal bağların devam ettiği görülmüştür. Japonya,Singapur ve Kore gibi hızlı ekonomik gelişmenin olduğu ülkelerde yaşayan bireylerin özerklik davranışları gelişmektedir fakat bu gelişme bireylerin bağlı oldukları gruplara bağımlılıklarında bir azaltma meydana getirmemiştir.

Tüm bu araştırmaların ışığı altında söyleyebiliriz ki gelişmekte olan ülkelerin sosyalleşme değerleri ve aile yapısı batının ayrışmışlık kültürüne doğru değil,bireycilik kültürünün ve bağımlılık kültürünün bir sentezini oluşturan yeni bir kültüre doğru yönelmektedir.


Sosyolojinin Tanımı

Toplum yasaminin olusumunu, kosullarini, isleyisini degisimini objektif bir sekilde sosyal bütünlük içerisinde inceleyen bilim dali olarak bilinen sosyoloji; en genel anlamda, toplum içinde yer alan sosyal gruplari, sosyal siniflari, ekonomik, politik, sosyal, dinsel, ve hukuksal kurumlari; nufusu, örf, adet, deger norm ve inançlari tüm bunlar arasindaki karsilikli iliskileri tüm bu unsurlardaki degismeleri inceler ve açiklamaya çalisir.

Bunlara ilaveten sosyolojinin içerdigi bilgi oldukça genis ve farklilasmis fenomenler alaninin genis bir bölümünü kapsar. Örnegin;aileler, kilise, cami ve mezhepler, yerel ve siyasal birlikler, yerel etnik ve ulusal topluluklar vb. gibi kurumlar içerisinde bireylerin davranislari gibi bireyler arasindaki iliskilerin kaliplari,kurumlar ve topluluklarin isleyisinde yapinin ve otoritenin rolü, topluluk ve kurumlarin gelir ve statü veya saygi ile ilgileri,toplumlarin tabakalasmasi, bireylerin eylemlerinde ve topluluklarin, kurumlarin ve toplumlarin isleyisinde bilissel ve normatif inançlarin rolü gibi…

JOHN LOCKE (1632-1704)

Yasaminin ergin dönemini 17. yüzyilin ikinci yarisinda yasamis, felsefi ve siyasal yapitlarini bu yüzyilin sonlarina dogru vermis olan bir Ingiliz filozofudur. 18. yüzyil içerisinde sadece dört yil yasamis olmakla birlikte fikirlerinin ileriligi ve niteligiyle Aydinlanma çagi düsünürlerinden sayilmistir.

Locke’un genel felsefesi epistemoloji (bilgi kurami) alaninda-ön kabullenmeleri doguran -bilgilerimizin deney- öncesi (a-priori) oldugunu kabul eden feodal aristokratik söylemin dogmatik tutumunun yadsinmasina dayanir. Skolastik felsefenin bilgilerin kaynagini kitabi Mukaddesteki dogmalar olarak kabul edisine karsi Locke bilgilerimizi gözlemlerimize, duyularimiza yani deneye dayandirir. Ayrica zihnimizde dogustan getirdigimiz bilgilerinde varoldugunu söyleyenleri elestirir ve insan zihninin baslangiçta bos bir beyazkagit (tabula rasa) gibi oldugunu ve deneyimle doldugunu söyler.

Simbiyotik ilişkiler

Simbiyotik ilişkiler, ortak yaşam ilişkileridir. İki ya da daha çok değişik canlı arasında her iki tarafında karşılıklı yararlanmalarına dayalı ortak ilişki geliştirmektir.

Simbiyotik ilişkiler mutualizm, komensalizm ve parazitizm olmak üzere üç şekilde görülür.

Mutualizm(ikili ortaklık) farklı türden iki canlı varlığın dengeli ve sıkı bir iş birliği içinde yaşaması, her birinin bu iş birliğinden yaralanması halidir.Örneğin; deve kuşlarının iyi görmesine karşılık zebralar iyi duyar. Tehlikelere karşı birbirlerini uyarmak amacıyla sürüler halinde bir araya gelirler.Su yosunları ile mantarlar arasındaki ortak yaşam sonucunda likenler ortaya çıkar. Likendeki su yosunu hem kendisi, hem de mantar için besin üretir.

Yine sığır balıkçılı denen kuşlar, gergedan ve yaban domuzu gibi hayvanlarla bir araya gelir.Balıkçıl,bu hayvanların bitleriyle beslenir. Buna karşılık hayvanlarda zararlı böceklerden kurtulur. Yengeç ve yengecin taşıdığı salyangoz kabuğunun üzerine deniz anemonisinin tutunmuş olduğunu görülmektedir. Deniz anemonisi yengeci korumakta ve kamufle etmektedir.Yengeç daha büyük deniz kabuğu bulup içine girince ,deniz anemonisi de onunla beraber yer değiştirir. Bu ilişki şekline mutualizm denir.

Komensalizm (tek taraflı ortaklık):Ortak yaşam içinde bulunan canlılardan birisi, bu ortak yaşamdan yarar sağladığı halde diğerinin ne yararı ne de zararı olur. Örneğin; köpek balığına yapışan vantuz balığı onun yiyecek kırıntılarıyla beslenirken, köpek balığı bundan ne yarar ne de zarar görür.

Parazitizm (asalaklık), farklı iki canlı varlık arasında meydana gelen , yalnız bir tarafın yararını gözeten yaşama tarzıdır. Bir ortak yaşama tipi olup, bir arada yaşayan iki bireyden biri, diğerinin zararına ortaklıktan yararlanır. Yani küçük bir anlının büyük bir canlı üzerinde, ona zarar vererek yaşamasıdır. Paraziti barındıran ve yaşaması için gerekli koşulları sağlayan canlıya konak denir. Örneğin, hayvan kanıyla beslenen bit parazit, hayvan ise konaktır.
[Valid Atom 1.0]